Son yaşadığımız belediye seçimleri Türk siyasi tarihine "31 Mart vakası" olarak geçecektir. 31 Mart seçimleri değişimin miladı olarak da anılacaktır.
Baştan beri değişim diye üzerinde ısrarla durulan değişim, bu değişim olmasa da kötünün iyisidir diyebiliriz. Değişim, eskiyi yeniyle değişmek olarak algılanmadığı sürece, yapmaktan çok yıkmak hatırlanır.
Biraz açalım ne demek istediğimizi:
Her seçimin kaybedeni de olur kazananı da olur ancak bu seçimin kazanandan çok kaybedenleri oldu. Kazanan şimdilik belli değil. Çünkü kazanç hanesine bir şeylerin yazılabilmesi için icraat lazımdır. Kimse dereyi görmeden paçaları sıvamasın.
Allah ömrünü uzun eylesin benim bilge insan İzzetin Babamın kâr-kazanç hakkında meşhur bir sözü vardır: "Masada mı kasada mı?" Bu sözün anlamını sorunca şöyle der bize: "Kafanızda bir ticareti yapıyorsunuz bir şeyler planlıyorsunuz ama kazandığınız şey masada bile olsa ben ona kazanç demem, ta ki kasama girinceye kadar"
Şimdi seçim bitti, masada kazandığını iddia edenler çoğunlukta ama hala kasaya giren bir şey olmadığına göre seçimin kazananları belli değildir.
Seçimin kaybedenlerini sıralayalım:
Sarayda oluşturulan demokratik krallık rejimi büyük bir sarsıntı geçirdi. Deprem yönetmenliğine göre ağır hasar aldı. Sarayda oturmak artık risk grubuna girdi (!)
Dile kolay, belediye başkanlığı seçiminde devletin en başından en altına kadar, sokaktaki çöpçüsünden en yüksek bürokratına kadar herkes iktidara çalıştı. Devletin her kademesinde görev alan resmi gayri resmi herkes propagandaya katıldı. Türk basının neredeyse % 85'ine tekabül eden basın gücünün desteği de işin cabası.
Kılıfına uydurdukları için kanunen belki de suç değil ama tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını acımasızca ve gözümüze baka baka yiyerek şehir şehir gezdiler. (En çok da üzüldüğüm binlerce güvenlik görevlilerini de peşinde şehir şehir gezdirmeleridir. Kahraman asker ve polislerin çektiği çiledir.) Unutmadan hemen söyleyeyim. Eğer vatandaş olarak benim hakkımı kim yediyse ben hakkımı haram ediyorum. Yiyenlere zehir zıkkım olsun.
Dibine kadar siyasallaşmış tarikatlar, cemaatler, din tüccarlığına soyunmuş imamlar, rantı kesilmesinden korkan tüccarlar, fabrikatörler. Padişahın gözüne girme yarışına giren görevliler gibi "padişahım çok yaşa" korusuna katıldılar. Bunların hepsi kaybettiler.
Zavallı zannedilen halkı can evinden vurdukları için rahmetli Demirel'in dediği gibi; tencere iktidarı devirme yolunda büyük bir adım attı.
Ancak oy oranını yükseltenlerin zafer sarhoşluğu bittiği an devrilen tencerede kaynatacak bir şey olmadığını görecekler.
Demem o ki Türk halkı, canını yakanlara iyi bir tokat vurdu. Sandıkta tepkisini dile getirdi. Ama unutmamak lazım ki demokratik krallık rejimini ayakta tutan meclis çoğunluğu hala iktidarın elindedir.
Macelle'nin 30. Maddesinde ''Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır'' (şerrin def-i, hayrın celbinden önce gelir)
Yani kötülüğü önlemek, onun yayılmasını engellemek, iyiliği yapmaktan önce gelir. Şerri defetmek konusunda atılan adım, hayrı celple taçlanmak zorunadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi; "Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadî zaferlerle desteklenmezse payidar olamaz, az zamanda söner." Bunun da yolu Milli Ekonomi Modelidir. Gerisi boş laf ve emektir.