Bazı medya organları kendi kafalarına göre masa başı ısmarlama anketlerle ve programlarla halkımızı kandırarak, adeta medya büyüsü uygulamaktadırlar. Halkımız böylece doğru haber alma hakkı elinden alınarak, yanlış yollara, yanlış adreslere yönlendirilmektedir. Herkes kendi çevresine şöyle bir tarafsız gözlükle bile baksa, meselenin aslını görebilir.
Hükümet ve sözcülüğünü üslenen medya, hariçten gazel okuyarak; ekonomi iyiye gidiyor diyor, halkımız "aman yandım" diye feryat ediyor. Ülkemiz içerde ve dışarıda itibar kazandı deniyor, işin aslına bakınca "Milli ve Dini bütünlüğümüz içerde ve dışarıda tehdit altında", şuç oranlarının artması, işsizlik, terör ayrı bir bela...
Velhasıl, söylenenlerle yaşananlar arasında büyük tezatlar mevcuttur.
Önceki gün karşılaştığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Esnaf bir arkadaşın yanında bulunuyordum. Yaşı ilerlemiş bir beyefendi dükkâna girdi. Direk olarak bana yöneldi ve seslendi.
Beyefendi siz 3 Kasım seçimlerinde esnaf ziyaretinde bulundunuz mu? Bende
Evet amca bir diyeceğiniz mi var. Yaşlı beyefendinin ses tonu biraz daha yükseldi.
Sen Kürşat Tüzmen ile beraber esnafı dolaşıp oy istemediniz mi? deyince, Şaşırdım birden,
Amca beni biriyle karıştırıyorsunuz. Benim Kürşat Tüzmen ile birlikte esnafı dolaşmam mümkün değil, çünkü ben onun partisiyle alakalı değilim. Ben de esnafı gezdim ama ben Bağımsız Türkiye Partisi adayıydım. Dedim ve anladım ki beyefendinin bir şeyler diyeceği var. Amcacığım söylemek istediğin bir şey mi var dedim.
Evet, bir şey söyleyeceğim. Senin Sayın Bakana yakın biri olduğunu sandım. Ona mesaj yollayacaktım. Deyince ben de ona,
Amcacığım ben gazete yazarıyım. Söyle ne diyorsan ben yazayım dedim. Kendilerine yer gösterdim. Oturdu ve başladı anlatmaya:
"Evladım ben Antep Harbinde şehit olan Şehit Abdulkadirin torunuyum. Canım ülkemde cereyan eden olaylar beni çok rahatsız etmektedir. Dedem bana yaşanacak bir ülke teslim etti. Ama ben evlatlarıma, siz gençlere yaşanacak bir ülke bırakamamanın üzüntüsünü yaşamaktayım. Biz şahsen AKP den çok şey bekliyorduk. Seçim çalışmalarında verdikleri sözleri yerlerine getirmemek bir yana, elimizdeki topraklarımızı bile korumaktan aciz bir hale düşürdüler. Madem biz Avrupa Birliği uğruna daha dün benim dedemi top mermisiyle paramparça eden (cephedeki askerlere yemek götürürken Fransız Askerleri tarafından top mermisiyle vurularak, paramparça edilmiş) düşmanlarla bir olacaksak, onların her dediğine peki diyeceksek. Fransız gâvuruna karşı niye savaştık. Çanakkalede bunca şehidi niye verdik. Ülkemiz birkaç çapulcuya mı teslim edilecek. Askerlerimiz her gün şehit ediliyor. Açlık yokluk sıkıntılarını unuttuk, vatanımız elimizden gidiyor. Yeni nesil tehlikenin farkında değil, vallahi korkuyorum, Filistinin durumuna düşmekten. İşte bunları demek istedim evladım. Elime bir geçseler onlara söyleyeceğim. Ama ne çare ki; yarın geç olmadan Allah bize bir sahip göndersin diye dua etmekten başka yapabildiğimiz bir şey kalmadı." Yaşlı beyefendi; gözleri yaşlı, duygulu ve tepkili...
Bende kendisine Canım amcam, bu durumların olacağını seçim çalışmalarında Bağımsız Türkiye Partisi olarak biz sizlere söylemedik mi? Sayın Liderimiz Prof. Dr. Haydar Baş bu tehlikelere karşı milletimizi uyarmadı mı? AB dayatmaklarıyla çıkarılan kanunların maksadı bizi bu hallere düşürmektir demedik mi?" Dedim. Maalesef anlayamadık dedi. "O zaman siz büyüklere düşen elinizin yettiği, dilinizin döndüğü kadarıyla halkımızı uyarıp Bu sefer BTP bu sefer Haydar Baş deme mesuliyetini taşımaktasınız." Dedim. "Haklısınız, İnşallah, Allah sonumuzu hayreylesin dedi ve bu duyarlılıklarından dolayı, ellerinden öptüm. Hayır, dualarla ayrıldık.
İşte size halkın kendisinin görüşlerinden bir tabloyu, bütün çıplaklığıyla sundum. Sokaklarda gezerseniz halkın içine girerseniz bu ve benzeri tablolara çok şahit olursunuz. Halkımız seçtiklerine karşı tepkili ve duyarlı bir hal almıştır.
UĞUR KEPEKÇİ