Toplumsal hayatın vazgeçilmez unsuru sosyal dayanışmadır. Dünya var olduğu sürece birlikte yaşamak zorunda olan insanlar, yaşamlarını karşılıklı yardımlaşma duygusunun hakim kılındığı oranda kolaylaştırır ve dünyayı yaşanabilir kılarlar. Varlık sahibi insanların, yoksulluk çeken kimselere yardım ederek onların bir nebze olsun rahatlamasını sağlamaları, İslamın şartları arasına konmuş, Ayetle emredilerek farz kılınmıştır.
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin. (BAKARA SURESİ / 43)
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (BAKARA SURESİ / 110)
İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (BAKARA SURESİ / 277)
Kuranı Kerimde zekât hakkında bir çok ayeti kerime vardır. Biz bu kadarıyla yetinelim. Bahsi geçen ayeti kerimelerden anlaşıldığı kadarıyla zekât, ahirette ebedi kurtuluş için gerekli bir davranıştır. Zekâtın dünyaya bakan yönü ise; insanların dayanışma içerisinde birbirinin ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamaktır.
Gerek dünya gerekse de ahiret hayatı için vazgeçilmez unsurlardan olan zekât konusunda insanların pek de hassas davrandığını söylersek yanılırız. Bu konuda başta kendi vicdanlarımızı sorgulamak, daha sonrada okurların muhasebesini sağlamak amacıyla, zekât konusunda muhabbet edelim istedik. Umulur ki; başta nefsimiz, sonrada okurlarımızın bu konuda hayırlı adımlar atmasına vesile oluruz.
Zekâtın şartları hakkında kısaca bilgi verelim;
Zekâtın vücûb sebebi zenginliktir. Artıcı vasıfta belirli bir miktar mala mâlik olan kimse zekât açısından zengin sayılır. Zenginliğin ölçüsü sayılan miktara ve alt sınıra "nisab" tabir edilir. Borcundan ve tabii ihtiyaçlarından fazla nisab miktarı artıcı mala sahip olan ve bu malının üzerinden bir kamerî yıl geçen kimse zekât ödemekle mükellef olur.(diyanet/ilmihal)(Nisap: 80.18 gram altın karşılığı artıcı maldır)
Altın, gümüş ve parada, ticaret malları ve hayvanlarda zekât, bir kamerî yılın tamamlanması ile farz olur ve bu mallardan zekât her senede bir defaya mahsus olmak üzere ödenir.(diyanet/ilmihal)
Zekâtın kimlere verileceği de Ayeti Kerime ile haber verilmiştir.
Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakîmdir."(tevbe suresi/60.ayet)
Genellikle hemen her insanın gelecek hakkında verdikleri sözleri vardır. Eğer şu kadar servet sahibi olursam şu kadar bağışta bulunurum, şunu yaparım vs. gibi. Ancak insanlar bir zaman sonra servete sahip olsalar bile sözlerini yerine getirmekten kaçınırlar. Bu imtihan gereğidir.
Millet olarak hayır ve hasenatlarımızı genellikle Ramazan ayı içerisinde değerlendiririz. Zekâtlarımızı da Ramazan ayında vermek, milletimizin hasletleri arasındadır.(zekât bildiğiniz gibi yılın her ayında ya da gününde verilir.) Zekâtlarını düzenli olarak verenlerin dışında bu konuda ihmal gösteren Müslümanlarda mevcuttur. Zekât konusunda vicdanlarımızı biraz daha harekete geçireceğini umduğum için; İslam tarihinde Malının Zekâtını Vermekten Kaçınan Salebe'nin Akıbeti diye geçen olayı sizlerle paylaşmak istedim.
Salebenin akıbeti;
Medineli Müslümanlardan Salebe b. Hâtıb, Peygamberimiz Aleyhisselama gelip:"Ya Resulullah! Bana mal vermesi için, Allah'a dua et!" dedi.
Peygamberimiz (sav): "Yazıklar olsun sana ey Salebe! Şükrünü yerine getirdiğin az, şükrünü yerine getiremeyeceğin çoktan hayırlıdır. Ey Salebe! Hakkını ödeyeceğin az, hakkını ödemeye güç yetiremeyeceğin çoktan hayırlıdır!" buyurdu.
Salebe, dönüp gittikten sonra, geri geldi. "Ya Resulullah Bana mal vermesi için, Allah'a dua et!" diyerek dileğini tekrarladı. Bunun üzerine, Peygamberimiz(sav):
"Sen Allah'ın Peygamberi gibi davranışlı olmaya razı değil misin? Ben sana en güzel örnek değil miyim? Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; dağların altın ve gümüş olarak benimle birlikte yürümüş olmalarını istemiş olsaydım, muhakkak yürürlerdi!" buyurdu.
Salebe: "Ya Resulullah! Sen, bana mal vermesi için, Allah'a dua et! Seni hak ile peygamber gönderen Allah'a andolsun ki; sen bana dua edecek olursan, Allah da bana mal verecek olursa. Her hak sahibine hakkını vereceğim!" dedi. Bunun üzerine, Peygamberimiz (sav): "Ey Allah'ım! Salebeye mal ver!" diyerek dua etti. Salebe bir koyun edindi. Koyun bereketlendi. Öğle bir hal aldı ki. Salebe Cuma namazına bile gelemeyecek durumlara düştü. Cuma günü, oradan geçen yolculardan, Medineliler hakkında haberler sormakla yetinir oldu.
Peygamberimiz ashaba, Salebenin halini sorup öğrenince
"Vâh Salebeye! Vâh Salebe'ye! Vâh Salebe'ye!" buyurdu.
Yüce Allah:
"Onların mallarından bir sadaka (zekât) al ki, bununla kendilerini (günahlarından) temizlemiş, bununla onları(n mallarını, hasenelerini) bereketlendirmiş olasın!" mealindeki âyeti indirdi.
Bu sadaka ve zekât ayeti inince, Peygamberimiz Aleyhisselam; biri Cüheyne, diğeri de Süleyım kabilesinden iki kişiyi zekât tahsildarı olarak çevredeki mal sahiplerine gönderdi.
Müslümanların mallarından zekât ve sadakalarını ne kadar alacakları hakkında bir yazı yazdırıp onlara:
"Salebeye ve Süleym oğullarından da filan zata uğrayınız! Onlardan, zekât ve sadakalarını, buna göre alınız!" buyurdu. Tahsildarlar gittiler, Salebeye vardılar. Ona Resulullah Aleyhisselamın yazısını okuyup, kendisinden mallarının sadaka ve zekâtını istediler.
Salebe:
"Bu da ne? Bu ancak bir cizyedir! Onun kız kardeşidir! Bu da ne? Bu, cizyeden başka bir şey değil! Ben bilmiyorum bu nedir? Hele siz şimdi gidin! İşinizi bitirdikten sonra yanıma dönün!" dedi.
Tahsildarlar, Salebe'nin yanından ayrılıp, Sülemî'nin yanına vardılar.
Sülemî, sadaka ve zekât hakkındaki yazıyı dinledikten sonra, develerinin en iyisine baktı ve onu sadaka ve zekât olarak ayırıp teslim etmek üzere tahsildarları karşıladı.
Tahsildarlar zekât için ayrılan deveyi gördükleri zaman:
"Senin bunu vermen gerekmez! Biz bunu senden almayı istemiyoruz!" dediler.
Sülemî: "Hayır! Alınız bunu! Ben bunu gönül hoşluğuyla (gönlümden koparak) veriyorum. O da benimdir. (Allah'ın emriyle verildiği için, benim demektir)," dedi. Bunun üzerine, tahsildarlar Sülemî'nin ayırdığı zekât ve sadakasını aldılar. Zekât toplama işini bitirince, dönüp Salebe'ye tekrar uğradılar. Salebe yine zekâtını vermek istemedi.
Tahsildarlar, Salebe'nin yanından ayrılıp, Peygamberimizin yanına geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, daha onlar konuşmadan: "Vâh Salebeye! Vâh Salebe'ye!" buyurdu.
Sülemî için de, bereket duası yaptı.
Tahsildarlar Salebe'nin yaptığını da, Sülemî'nin yaptığını da, Peygamberimize haber verdiler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği ayetlerde meal olarak şöyle buyurdu:
"İçlerinden kimi de, Allah'a şöyle ahdetmişti:
'Bize lütuf ve kereminden ihsan ederse, andolsun, zekâtını vereceğiz! Muhakkak, Salihlerden olacağız!'
Allah, kendilerine fazlı ve inayetinden verince de, onunla cimrilik edip arka çevirdiler. Onlar öyle dönektirler."
"Nihayet, Allah'a karşı vaat ettiklerini tutmadıkları, yalan söylemekte oldukları için, O da (bu fiillerinin) akıbetini kalplerinde, Kendisinin huzuruna çıkarılacakları güne kadar sürecek bir nifak yaptı." (Tevbe: 75-77)
Salebe'nin akrabalarından olup Resulullahın yanında bulunan bir zat, bunu işitince, Salebe'nin yanına vardı ve:
"Yazıklar olsun sana ey Salebe! Allah senin hakkında şöyle şöyle ayetler indirdi!" dedi.
Salebe, hemen kalkıp Peygamberimize geldi. Zekâtını kabul buyurmasını istedi.
Peygamber (sav): "Allah senin zekâtını kabul etmekten beni men etti!" buyurdu.
Salebe başına toprak saçınca, Resulullah (sav):
"Bunu sen kendin yaptın. Ben sana emretmiştim, beni dinlemedin!" buyurdu, onun zekâtını almaya yanaşmadı, vefatına kadar da ondan hiçbir şey kabul etmedi.
Hz. Ebu Bekir halife olunca, Salebe onun yanına geldi:
"Sen benim Resulullah Aleyhisselamın yanındaki mevkiimi, Ensar içindeki yerimi biliyorsun, zekâtımı kabul et!" dedi. Hz. Ebu Bekir: "Resulullah Aleyhisselamın kabul etmediğini ben kabul edeceğim ha!" dedi ve vefatına kadar onun zekâtını kabul etmedi. Hz. Ömer, halife olunca, Salebe ona geldi ve:
"Ey mü'minler emîri! Zekâtımı kabul et!" dedi. Hz. Ömer:
"Resûlullah (sav) senin zekâtını kabul etmemiş, Ebu Bekir de etmemiş! Ben kabul edeceğim ha! Ben senin zekâtını kabul edemem!" dedi ve vefatına kadar da, onun zekâtını kabul etmedi.
Hz. Osman halife olunca, Salebe onun yanına geldi ve zekâtını kabul etmesini istedi.
Hz. Osman: "Resulullah (sav) da, Ebu Bekir'in de, Ömer'in de kabul etmedikleri zekâtı, ben de senden kabul edemem!" dedi ve kabul etmedi. Salebe, Hz. Osman'ın halifeliği devrinde ölüp gitti.
Peygamberimiz (sav):"Münafığın alâmetleri üçtür. Söz söylerken, yalan söyler, Vaat ettiği zaman, sözünde durmaz, Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman, hıyanet eder!" buyurmuşlardır.(M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/73-78.)
Şimdi Salebenin durumunu tekrar tekrar gözden geçirip, kendi nefsimizi muhasebe etmeliyiz. Ya Allahın kendi lütfundan verdiği servetimizin zekatını yine Allah rızası için verip dünyamızı ve ahiretimizi mamur ederiz. Yada zekatımızı vermeyerek (yada eksik vererek)dünyanın sosyal dengesini bozduğumuz gibi Allahın azabına layık oluruz.
Tercih sizin..! Allah Cümlemizi Salebenin akıbetinden muhafaza eylesin..!
Zekâtlarını hakkıyla vermeyenleri ahirette bekleyen korkunç akıbet hakkında ihtar mahiyetindeki şu ayeti kerimeyi de aktararak yazımızı bitirelim;
"Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar için acıklı bir azabı müjdele. O gün (bu altın ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, böğürleri, sırtları dağlanacak ve (o esnada) işte nefisleriniz için toplayıp, sakladıklarınız; artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesnelerin acısını haydi tadın! (denilecek)" (et-Tevbe 9/34-35).
UĞUR KEPEKÇİ