CENAZELER HAKINDA BİLGİLERE DUYULAN İHTİYAÇ
Yüce Allah’ın beyanı ve kanunu gereği her canlı hayata geldiği gibi bu âleme de veda edecektir.
Bu değişmez hakikat Kur’an’da Ankebut suresi 57 ayeti kerimesinde şöyle beyan edilmiştir: “Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.”
Yüce dinimiz İslam hayata ve ölüme dair her konuda hüküm beyan etmiş ve ortaya konacak davranış biçimlerini de Peygamberimiz vasıtasıyla bizlere haber verilmiştir.
Yaşadığımız zaman ahir zaman olduğu için her konudaki bozulmalar ayyuka çıkmış, hayat ve ölümle alakalı hükümler de hak batıl birbirine karışmış bilerek ya da bilmeyerek yanlışa davranışlar sergilenmektedir.
Çağımızın bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın her konuda bizlere ışık tutan karanlıkları aydınlatan ve hak ile batılı ayrıştıran çalışmalarından biri olan Kuran ve Sünnet Işığında İslam İlmihali Namaz eserinden sizler için ölümle cenaze ile alakalı bir analiz çalışması yapmaya karar verdik.
Bu analiz çalışmasıyla umuyorum ki halk arasından yanlış bilinen cenaze bahsi hakkında doğru bilgileri sizlere sunmaya çalışacağız. Rabbim muvaffak kılsın ve cümlemizin istifade edebilmesini nasip eylesin.
ÖLMEK ÜZERE OLANA YAPILMASI GEREKENLER
Ölmek üzere olan kimseye muhtazar denir.
Ölmek üzere olan kişinin yatağı ne yöne çevrilmelidir?
- Şartlar uygunsa kıbleye doğru sağ yanı üzerine çevirmek müstehabdır.
- Ayaklar kıbleyi gösterecekşekilde, başı biraz yükseltilerek sırt üstü de yatırılabilir. Toplumumuzda en çok uygulanan ve kolay olan bu yatış pozisyondur. Başı biraz yukarı kaldırmaktan maksat; yüzün kıbleye yönelmesini sağlamaktır.
Not: Ca'ferî mezhebine göre, can vermek üzere olan insanı kıbleye doğru çevirmek, her Müslümana farzdır ve velisinden izin alma şartı yoktur.
Kelime-i Tevhid telkin etmek
- Yakınlarımızdan artık ölmek üzere olduğunu anladığımız kimselere henüz daha bilinci açıkken, aklı başında iken önce Kelime-i Tevhid telkîn edilir, yani dili ile "la ilahe illallah" demesi hatırlatılır.
Bu durum Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a.)'nın uygulamasıdır. Amaç, yaşamının son anlarında bulunan kişinin tevhid ve şehadet kelimelerini okumasına yardımcı olmaktır. Hem ölmek üzere olan kişinin başında tevhid ve şehadet kelimelerini okumaya hem de ölen kişinin gömüldükten sonra kabri başında yapılacak konuşmaya "telkîn" adı verilmiştir.
Ölüm anındaki kişi henüz tam olarak ruhunu teslim edene kadar yan başında Tevhid ve Şahadet kelimeleri okunmalıdır. Fakat "sen de söyle" diye zorlamak yanlıştır. Eğer hastanın da bu kelimeyi bir defa okuması sağlanırsa; artık telkine son verilir, başka bir şey konuşulmaz. Böylece son sözünün tevhid kelimeleri olması salanmış olur. Bu telkini, hastanın hoşlandığı, sevdiği bir kimsenin yapması tercih edilmelidir.
Ebù Said el-Hudrî (r.a.) rivâyet etmiştir:
Peygamberimiz (s.a.a.), "Sizden ölmek üzere olanlara Lâ ilâhe illallah cümlesini telkin ediniz." buyurmuştur.
Taberanî, el-Mu'cemu'I-Evsat'ta şunu ilave etti:
"Sabırlı ol, sabırlı ol! Velâ havle velâ kuvvete illâ billah" deyiniz!
Muâz (r.a.) rivâyet etmiştir:
Peygamber Efendimiz (s.a.a.); "Bir kimsenin sonsözü 'Lâ ilâhe illallah/Allah'tan başka ilah yoktur' olursa, o kimse Cennet'e girer." buyurmuştur.
Ölürken Ağzından Kötü Kelam Çıkanın Hükmü
Müslüman bir kişinin ölüm halindeyken ağzından küfrü gerektiren bir söz çıksa da küfrüne hüküm verilmez.
Müslümanların ölülerine yapılan işlemler yapılır. Bu sözlerin ölüm halinde şuur kaybı ile söylenmiş olabileceği düşünülür.
YENİ VEFAT EDEN KİŞİ İÇİN YAPILACAKLAR
Muhtazar ( yeni ruhunu teslim etmiş meyyit, cenaze) ölünce gözleri hafif hareketlerle incitmeden kapatılır, çenesi kapatılarak bir bez ile iyice çekilip tepesine bağlanır.
Bunları yapan kimse şöylece dua etmelidir:
Cenazenin Çenesini Bağlarken Okunacak Dua:
"Bismillâhi ve alâ milleti Resūlillâhi. Allahūmmeyessir aleyhi emrehu ve sehhil aleyhi maba'dehu ve es'idhuligaikevec'alma harece ileyhihayrenmimma harece anhü/"
Anlamı: “Yüce Allah' n ismini zikir ile ve Resulullah'ın dini üzere ölmüş olsun. Ey Allah'ım!Bunun işini kolay et, kendisine ilerisini kolaylaştır, onu cemalinle mutlu kıl. Gitmekte olduğu âlemi ona, içinden çıktığı âlemdendaha hayırlı yap."
Ümmü Seleme (r.a.) şöyle demiştir:
Allah’ın Resulü, EbuSeleme'nin ölümü anında onun yanına girdi. Gözünü kapattı, sonra şöyle buyurdu: "Ruh gidince göz onun arkasından baka kalır."
O sırada ölünün yakınları bağrıştılar.
Allah’ınResulü: "Nefislerinize, sadece hayırla dua ediniz; çünkü melekler duanıza âminderler" buyurdu.
Sonra şu duayı okudu: "Allah'ım! EbûSeleme'yi bağışla. Doğru yola kavuşanlarla birlikte onun derecesini de yükselt; onun yolundan gidecek hayırlı halef (evlât) bırak. Ey âlemlerin Rabbi! Bizi de onu da bağışla; kalbini genişlet ve aydınlat."
- Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır, üzeri bir örtü ile örtülür. Yıkanması için hazırlanan bir yer üzerine konulur.
İbn Abbâs (r.a.)'dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Ölülerinizin yüzünü örtün, Yahudilere benzemeyin."
- Şişmesine engel olmak için karnı üstüne bıçak gibi bir demir parçası konulur. Elleri yanlarına uzatılır. Kolları göğsünün üzerinekonulmaz. Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur. Yanında cünüp, hayız ve nifas hallerinde olanlar bulunmaz.
- Ölü yıkanmadıkça yanında Kur'an okunmaz, okunması mekruhtur. Bu durumda başka bir odada Kur'an okunabilir. Ölünün bulunduğu yer geniş olup üzerinde de tam bir örtü bulunduğu takdirde, kendisine yakın oturulmaksızın Kur'an-ı Kerim okunması da kerahet olmayabilir. Muhtazarın yanında Yasin ve Ra'd sûrelerini okumak müstehabdır.
Namaz vazifelerini yerine getirmeleri, varsa borçlarını ödemeleri, dua etmeleri için ölünün komşularına ve yakınlarına vefat haberi verilir.
İbn Mes'ud (r.a.)'dan:
Peygamber (s.a.a.), ölüm haberini yaymaktan alıkoyar ve şöyle duyururdu: "Ölüm haberini (ağıtlarla) yaymayın! Çünkü bu, cahiliye âdetlerindendir.”
Abdullah b. Mes'üd) dedi ki: "Ölü için ezan (yani bizde salâverilmesi), ölüm haberini duyurmaktır."
Ölüm sırasında ölüden sâdır olacak bazı görünüşte çirkin ve nahoş halleri de kötüye yormamak ve bu durumu kimseye anlatmamak gerekir.
Resul-i Ekrem'in azatlısıEbûRâfiEslem (r.a.) rivâyet etmiştir:
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Ölü yıkayan kimse, ölüde görülen çirkin halleri başkalarına söylemeyip gizlerse, Allah o kimseyikırk defa bağışlar."
Mü'min ölüsünde görülüp iyi haline delâlet eden güzel kokuveya yüzünün nurlanması gibi şeyleri söylemek müstehabdır. Fakat fena koku ve yüzünün kararması gibi şeyleri söylemek haramdır, gıybetten sayılır. Ancak ölü açıkta haram işleyen bid'at sahibi olarak tanınmış ve bu hal üzere ölmüş ise, fena halleri söylenebilir.Başkalarına ibret olmak için söylenmesi caiz olabilir.
Teberrük veya şefkat sevgisiyle ölüyü öpmekte bir beis yoktur. Nitekim Resulüllah efendimiz Osman bin Maz'un'un ölüsünü yıkanmadan evvel öpmüştür. (Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1145-1150)
CENAZELERİN YIKANMASI (ÖLÜNÜN GASLEDİLMESİ)
Ölen kimsenin gusledilmesi neden emredilmiştir?
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki:
"İnsan öldüğü zaman necaset, afet, rahatsızlık (pislik) onun cesedi üzerinde kalmaktadır. Allah, kendisiyle dost olacak ve temas kuracak pak ve temiz meleklerle karşılaştığı zaman onun da temiz olmasını ve meleklerin temiz bir halde onu Allah'a götürmesini istemektedir. Her ölen insanda cenabet hali oluşur. Bu yüzden de gusledilmesi vacib olmaktadır."
Ölüyü yıkamak geride kalan mükellefler üzerine farz-ı kifayedir. Ölünün tüm bedenini bir kez yıkamak farz, tek olarak tekrar ederek üç, beş, yedi gibi rakamlarla yıkamak ise sünnettir.
Ölünün yıkanmasına "gasl-i meyyit" denir. Cenazelerin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve kabirlerine konulması müstehabdır.
Husayn b. Vahvah (r.a.)' dan:
Talha b. el-Berâ hastalandığı zaman, Allah Resulü (s.a.a.) onu ziyarete geldi ve şöyle buyurdu: "Şahsen bunun öleceğini sanıyorum, (ölümünü) bana hemen haber verin ve acele edin! Çünkü Müslümanın naaşının ailesi arasında hapsedilmesi yakışık almaz."
Ölüye olan tüm vazifeleri yaparken insan olmanın gerekliliği saygıyı yerine getirerek yapmalıdır.
Ebů Saîd (r.a.)'dan:
Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Ölü, kendisini taşıyanı, yıkayanı ve kabre indireni bilir."
- Cenaze, teneşir denilen tahtadan bir sedir üzerine, ayaklar kıbleye doğru olarak arka üzeri yatırılır. Göbek altından diz kapaklarına kadar olan yerler avret sayıldığı için ölülerin bu kısımları birbezle örtülür, elbiseleri tamamen çıkarılır. Ölünün avret yerlerini ari bir örtmek vaciptir.
Ali (r.a.)'dan:
Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Ey Ali, uyluğunu açma ne dirinin ne de ölünün uyluğuna bakma!"
Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir.
Câbir (r.a.) 'dan:
Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Ölüyü kokulandırdığınız zaman, üç kere kokulandırın!"
Cenaze yıkayan yıkayıcı, farz olan yıkama görevini yerine getirmeye niyet etmeli ve Besmele ile başlamalıdır. Yıkama bitinceye kadar da; "Gufraneke ya Rahman/Ey Rahman olan Rabbim, Senin mağfiretini dilerim" demelidir.
- Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak önce cenazenin yüzünü yıkar. Ağzına ve burnuna su vermez.
Yalnız dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün olduğukadar siler. Ondan sonra elleri ile kollarını yıkar. Sahih olan görüşegöre, başını da mesh edip ayaklarını da geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece abdest verilmiş olur.
Namazın ne olduğunu henüz anlamayacak bir yaşta olan çocuk ölünce, buna böyle bir abdest verilmez.
Cenazenin abdest işi tamamlanınca, üzerine ılık su dökülür. Hanefi mezhebine göre ölüyü sıcak suyla yıkamak daha faziletlidir.
Saç ve sakalı taranmaksızın, varsa "hatmî" denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek öncesağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol yanları üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayıcının göğsüne veya eline ve dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yenidenabdest ve vücudun tamamını yıkamaya gerek yoktur. Fakat şişip dağılmak üzere bulunan bir ölünün üzerine yalnız su dökülerek yetinilir. Ona abdest vermek ve üç defa yıkamak gerekmez.
Ummü Atiyye (r.anha)' dan:
Kızı (Ümmü Gülsüm) öldüğü zaman Allah Resulü (s.a.a.) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: "Onu üç ya da beș kere yahut daha fazla yıkayın. Uygun görürseniz su ve sidr (bir nevi sabun) ile yıkayın. Sonuncuda kâfur yahut kâfura benzer bir şey ilave edin. Yıkanma işini bitirdiğinizde Bana bildirin."
Akıntı gelmesin diye ağız burun ve kulak gibi deliklere pamuk tıkamakta beis yoktur.
Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şeyle kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına “hanut” denilen “kâfur” veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yerleri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara “kâfur” konur.
Hanût, özellikle ölülerin kefenleri ve bedenleri için hazırlanan güzel koku karışımı bir maddedir. İmam Ali (k.v.) kendisi için hazırlanan hanûta misk katılmasını vasiyet ederek, “Bu Hz. Peygamberin hanûtundan arta kalandır.” demiştir.
(Ca'feri mezhebinde; ölüyü, gusülden sonra hanût etmek yani alnına, avuçlarına, dizlerine ve iki ayak başparmağının uçlarına kafûr sümek farzdır ve burnunun ucuna sürmek müstehabdır. Kafûr ezilmiş ve taze olmalı ve eğer eski olduğu için kokusu gitmişse yeterli değildir).
Ölünün tırnakları, saçı kesilmez. Sünnet olmamışsa, sünnet edilmez. Aslında yapılması uygun olan, bedenindeki bütün şeylerin kendisiyle birlikte defnedilmesidir.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz. Ama ölüye dışarıdan pislik bulaşırsa, mesela pislik bulaşmış bir kefene konulursa bu üzerine kılınacak olan namazın geçerliliğine engel olur.
Ölünün yıkanacağı yer kapalı olup yıkayıcı ve yardımcılarından başkası onu görmemelidir. Bir ölüyü, ona en yakın olan kimse veya takva sahibi güvenilir kimse yıkamalıdır. Bu yıkamak parasız olmalıdır. Çünkü bu bir din görevidir. Eğer, yıkayıcı olarak bir kimseden başkası bulunmasa, bunun yıkama ücreti alması caiz olmaz.
Fakat başka yıkayabilenler varsa, o zaman ücret alınabilir.
- Erkek olan ölüyü erkek, kadın olan ölüyü de kadın yıkar. Bu yıkayıcılar taharet üzere bulunmalıdırlar. Bunların cünüp, hayız ve nifas halinde olmaları ve yıkayıcının gayrimüslim olması mekruhtur. Ancak Müslüman bir erkek hakkında gayrimüslimden başka bir erkek ve Müslüman bir kadın hakkında gayrimüslim bir kadından başka kadın bulunmadığı zaman bunlar yıkayabilirler.
Hanefi mezhebinde; bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir.
Çünkü kadın, dört ay on gün iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam halinde sayılır. Fakat bir erkek, ölmüş bulunan Zevcesini yıkayamaz. Çünkü erkeğe iddet gerekmez. Karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak onu yıkayacak bir kadın bulunmazsa, koca zevcesine teyemmüm verir.
Üç imama göre, kocanın da zevcesini yıkaması caizdir.
Ca' feri mezhebinde ise; erkeğin kadına ve kadının erkeğe meyyit guslü vermesi haramdır. Fakat kadın kocasına ve koca da hanımına gusül verebilir. Gerçi kadının kocasına ve kocanın hanımınagusül vermemesi ihtiyaten müstehabdır.
Resulullah (s.a.a.) Efendimizin kızı ve Hz. Ali'nin eşi Hz. Fâtıma öldüğünde kendisini kocasının yıkamasını vasiyet etmişti. Sonra ölünce onu Ali (k.v.) yıkamıştır.
Esma binti Umeys de, "Fâtıma öldüğünde kendisini benimle Ali'nin yıkamasını vasiyet etti. Bu yüzden onu ben ve Ali yıkadık"demiştir.
Bu mevzu ile ilgili olarak Aişe (r.anha)'dan:
Peygamber (s.a.a.) bir gün Bakî mezarlığından gömdükleri bir cenazeden bana döndü. Beni rahatsız buldu. Çünkü başım ağrıyor,vay başım, vay başım!" diye bağırıyordum.
Şöyle buyurdu: "Ey Aişe, asıl ben "vay başım" demeliyim. Benden önce ölürsen ne zararın olur ki, seni yıkarım, kefenlerim, namazını kılıp defnederim."
Peygamber Efendimiz (s.a.a.)'in yıkanıp kefenlenmesi hususunda Hz. Ali'ye (a.s.) bir vasiyeti vardır:
"Ya Ali! Ben öldüğümde Sen Bana cenaze guslü ver, kefenlemeişlerimi Sen üstlen, (cenaze) namazımı Sen kıl, Beni kabrime koyarak defnet, kabrimin üzerindeki toprağı dümdüz et, yüzüme taraf baş ucumda otur, çok Kur'an ve dua oku, Çünkü bu anlar, ölünün dirilerle üns etmeye (birlikte olmaya) muhtaç olduğu anlardır. Ben, Sana tavsiye ediyorum."
Erkekler arasında ölmüş olan bir kadına mahremi varsa, bu mahremi ona eli ile teyemmüm ettirir. Mahremi yoksa yabancı birerkek eline bir bez alarak ve gözlerini kapayarak teyemmüm ettirir.
Sinan b. Arfata (r.a.)' dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Erkek kadınlar içinde ölebilir: Kadın da erkekler arasında ölebilir. Böyle bir durumda aralarında mahremiyet sözkonusu olmadığı gibi onlara (ölülere) teyemmüm yaptırılır."
- Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için teyemmüm yapılıp namazı kılındıktan sonra su bulunacak olsa, yeniden yıkanır, namazı tekrar kılınıp kılınmayacağı hakkında İmam Ebû Yusuf'un iki görüşü vardır.
Hüseyin bin Ahmed bin İdris (r.a.), Hasan bin Nazr' dan şöyle dediğini rivâyet ediyor:
İmam Rıza'ya (a.s.) şöyle sordum: 'Bir grup insan seferdedir, bunlardan birisi ölüyor, diğer birisi de cenabetlidir. Yanlarında sadece onlardan birisine yetecek kadar su vardır. Onlardan hangisiöncelik taşır?"
İmam (a.s.), 'Cenabetli gusül etmeli, ölü ise (teyemmüme) bırakılmalıdır.Çünkü, bu (cenabet 'guslü), farzdır (Kur'an'ın açıkayetidir); diğeri (meyyit guslü) ise, Hz. Peygamber 'in (s.a.v.) sünnetidir' buyurdu.
- Henüz buluğ çağına yaklaşmamış bir kız çocuğunu erkek yıkayabildiği gibi, henüz mürahik (bulug çağına ermemiş) bulunanerkek çocuğunu da kadın yıkayabilir.
-Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları (husyeleri) çıkarılmış erkek ile organı tam erkekler arasında fark yoktur. Bu gibileri de erkekler yıkar.
Suda boğulmuş olan bir Müslüman, yıkamak niyeti ile üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, Müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.
- Bir Müslümanın akrabası veya zevcesi olan bir gayrimüslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse, sünnet üzere olmaksızın yıkanır ve sarılarak gömülür, yukarıda açıklandığı üzere mü'minlere yapılan işlem buna yapılmaz.
Ölen bir Müslümanın, gayrimüslimden başka akrabasından birvelisi bulunmazsa, cenazesi gayrimüslimlere verilmez. Çünkü bunun techiz ve tekfini ile ilgili bütün görevler Müslümanlar üzerine bir farz-ı kifayedir.
Ölü olarak düşen bir çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.
- Erkek mi, kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine "hünsa-i müşkil" denilen kimse ölünce teyemmüm ettirilir, yıkanmaz. Kefenlenme hususunda kadın sayılır.
Kendisinde hayat belirtisi olan (ses verme ve hareket gibi) düşük gocukların cenazesini yıkamakvaciptir. Azaları teşekkül etmiş olan ölü doğan çocuğu da yıkamak vacibdir.
Cenazeyi yıkamak için şu şartların bulunması lazımdır:
- Cenaze, Müslüman birinin cenazesi olmalıdır.
- Zamanından önce düşüp azaları belirsiz olmamalıdır.
- Bir ölünün yıkanabilmesi için vücudunun yarıdan fazlası yahut yarısı ile başının da bulunması lazımdır. Ölmüş olan bir Müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır; kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuş olsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.
- Ölü şehid olmamalıdır. Allah yolunda ölüp şehid hükmüne girenlerin cenazesi yıkanmaz. Elbiseleri ve kanları ile gömülürler. Üzerlerine bu şekilde namaz kılınır. (Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1150-1161)
CENAZENİN KEFENLENMESİ
Neden ölen kimsenin kefenlenmesi emredilmiştir?
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki:
"Yüce Rabbine temiz bir bedenle gidip görüşmesi içindir. Teşyi edip defneden kimselere avretinin görülmemesi, halka bazı durumu vücudunun çirkin yerleri ve değişen kokusu vs. bilinip görülmemesi içindir. Ayıbı, eksikliği, çirkinliği olana çok bakılması kalbin taşlaşmasına sebep olur. Kefen giydirilmesi hayatta olanlara daha hoş gelmesi içindir. Aksi takdirde dostu, ondan nefret edip dostluk ve sevgisini unutmasına, ondan geri kalanları koruyup vasiyet ve emrettiklerini; ister vacib, ister müstehab olanları yapmayıp terk etmesine sebep olacaktır."
Ölüler yıkandıktan sonra, kefen denen bezle sarılarak bütün vücutları örtülür. Ölüyü bilinen bezlere sarmaya da "tekfin" denilmektedir. Ölen erkek veya kadın her Müslümanı bedenini örtecek şekilde bir giysi ile kefenlemek farzdır. Bu farz görevini yapmayan Müslümanlar günahkâr olurlar.
EbûKatâde (r.a.)' dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Biriniz kardeşini kefenlediğinde iyi kefenlesin."
- Her şahsın kefeni kendi malından karşılanır. Ölünün kefen ücreti terekesinden alınır.
İmam Ali (k.v.) demiştir ki: "Kefen sermayeden alınır."
Şayet malı yoksa hayatta iken geçimi üzerine düşen en yakin veresesi tarafından karşılanır. Böyle bir kimsesi bulunmazsa, hazine tarafından karşılanır. Bu da mümkün olmazsa, Müslümanlar tarafından kefen ihtiyacı karşılanır.
Kefen harcamaları, borçtan, yapılan vasiyetten ve vâris hakkından öncedir. Ancak borç karşılığı olarak bırakılan rehin maldan kefene harcama yapılmaz. Rehin alanın hakkı daha önde gelir.
Kadınların kefenleri, zengin olsalar dahi, kocalarına aittir. Fetva buna göredir. İmam Muhammed'e göre, yalnız mal bırakmayan kadınların techiz ve tekfin masrafları, nafakalarını vermekle yükümlü olan kimselere aittir. Eğer kadınların malları varsa, masraflar o maldan karşılanır. (İmam Şafii' ye göre de böyledir).
Bir ölünün techiz ve tekfinini vârislerinden biri yerine getirse, bu masrafları terekesinden alabilir. Fakat vâris olmayan yabancı bir kimse, ölünün akrabasından olsa bile, vârislerin iznini almaksızın bu harcamaları yapsa, yaptığımasrafı terekesinden alamaz. İsterse yapacağı masrafı ölünün geriye bıraktığı maldan (terekesinden) alacağına dair şahit tutsun, ister tutmasın, hüküm aynıdır.
-Kefenin beyaz renkte pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Gelenek olarak beyaz patiskadan yapılmaktadır.
Semure (r.a.) Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: “Beyaz elbiseleri tercih ediniz dirileriniz beyaz giysin. Ölülerinizi de beyaz kumaş ile kefenleyin. Çünkü beyaz elbise en güzel giysinizdir.”
-Kefenin yenisi ile yıkanmışı birdir.
Hz. Ali (r.a.)’dan:
Allah Resulü Şöyle buyurdu: “Kefende pahalıya kaçmayın; çünkü o çok çabuk çürür.”
-Ölünün kefenlenmesi üç şekilde olur:
Birincisi: Sünnet üzere olan kefenlenmedir ki; erkekler için Kamis, İzar ve Lifafe’den ibaret olmak üzere üç kattır. Kadınlar için ise, bu üç parça ile beraber bir başörtüsü ile göğüs örtüsünden ibaret beş kattır.
Leylâ bin. Kâif es-Sekafiyye (r.anha)’dan:
“Peygamber (s.a.a.)’in kızı Ümmü Gülsüm’ü yıkayanlar arasındaydım. Allah Resulü (s.a.a.) kefen için bize ilk önce İzar, sonra gömlek, sonra başörtüsü, sonra da göğüs örtüsü verdi. Sonra onu başka bir elbise içine koyduk. Allah Resulü(s.a.a.) kapıdaydı., bize bunları bir bir veriyor biz de kefenliyorduk.
İzar; ölüyü baştan ayağa kadar saran bez parçasına denir.
Kamis; yakasız ve kolsuz olarak boyun altından itibaren ayaklara kadar vücudu örten üçüncü bir kefen parçasıdır.
Lifafe ise, bir sargı yerinde olup baştan ayağa kadar uzun bulunmakla beraber, baş ve ayak tarafları düğümlenir. Böylece İzar'dan daha uzun bulunmuş olur.
Îkincisi: "Kefen-i Kifayet "tir ki; erkekler için İzar ile Lifafe olur, Kadınlar için de bunlarla beraber bir başörtüsü olur.
Üçüncüsü:"Kefen-iZaruret"'tir ki; hem erkekler için, hem de kadınlar için yalnız bir kattır. Bu durumda ölü, bulunabilen bir parça elbiseye sarılır. Fakat bir zaruret bulunmadıkça böyle bir kat kefen ile yetinilmez.
Taberâni, el-Mu'cemu'ı-Kebîr'de, EbûUseyd es-Sâidi'den:
"Çizgili kumaşı Hamza'nın yüzüne doğru çekiyorlardı; bu defa ayakları açılıyordu, ayaklarına doğru çekiyorlardı, bu defa yüzü açık kalıyordu. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.a.), Yüzüne ve ayaklarına şu ağaçtan koyun' buyurdu."
Ölüyü kefenleme şekli de şöyledir:
Kefenler daha ölülere sarılmadan önce tek adet olarak birkaç defa güzel kokulu şeylerle tütsülenir. ÖnceLifafe tabut içine veya hasır ve kilim gibi bir şey üzerine serilir. Onun üzerine de İzar yayılır. Sonra da ölü Kamis (kefen gömleği) içinde olarak Izar'ın üstüne konur. Bu durumda ölü erkek ise, İzar önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır. Ondan sonra Lifafe de aynı şekilde sarılır.
Açılmasından korkulursa, kefen bir kuşak ile de bağlanır. Ölü kadın olunca, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konur.Bunun üzerine, yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü konur. Sonra üzerine İzar sarılır. İzar'in üzerinden de göğüs örtüsü bağlanır. Daha sonra Lifafe sarılır. Göğüs örtüsü Lifafe'den sonra da bağlanabilir.
Kefen konusunda, buluğ çağına yaklaşmış erkek çocuklarla kız çocuklar, buluğ çağına ermiş büyükler hükmündedir. Henüz buluğ çağına yaklaşmamış çocukların kefenleri yalnız İzar ile Lifafe'dir yahut bir kat olarak yapılır. Üç kat yapılması daha iyidir.
- Eğer ölü ihramlı ise, vefatıyla birlikte ihramdan çıkmış olmaz.
Bu sebeple ihramlı birisi ölürse, iki ihram elbisesiyle kefenlenir. Başı örtülmez. Kendisine herhangi bir koku sürülmez.
İbn Abbâs (r.a.)'dan:
Bir adam Arafat' ta Peygamber (S.a.a.) ile vakfede dururken, aniden hayvanından düştü.
(Râvi) Eyyûb dedi ki: "Bineği onun boynunu kırdı. Ya da öldürdü.
(Ravi) Amr ise, Bineği onun boynunu kırdı" dedi.
Bu durum Peygamber (s.a.a.)'e bildirilince şöyle buyurdu: "Onu su ve sidr (bir nevi sabun)la yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin. Ona koku sürmeyin ve başını da sarmayın. Çünkü Allah onu Kıyamet günü telbiye getirir vaziyette diriltecektir."
Başka rivayette: “Yüzünü örtmeyin, kokulamayın."
Diğer rivayette: "Kendi elbisesiyle kefenleyin."
Diğer rivayette: "Çünkü Kıyamet gününde ihramlı olarak dirilecektir.”
(Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1161-1168)
CENAZE NAMAZININ HÜKMÜ
Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek ve üzerine namazkılıp bir kabre gömmek tüm Müslümanlar için bir farz-i kifayedir. Bu vazifeleri erkek olsun kadın olsun Müslümanlardan birileriyaptığı zaman diğerlerinin üzerinden sorumluluğu kalkar. İnsanlarbu farzı yapmadıkları zaman, bundan hepsi Allah katında sorumluolurlar. Bu görevi yapmaya imkânları yoksa, sorumlu olmazlar. Sevabı ise sadece yapanlar alırlar.
Câbir (r.a.)' dan:
Peygamber (s.a.a.), bir gün insanlara hitap etti. Hutbesinde, iyi kefenlenmeden, üstelik de gece defnedilen bir adamdan söz etti,Sonra cenazelerin mecbur kalınmadıkça gece defnedilmemesini muhakkak surette üzerlerine namaz kılınmasını emretti. Ve buyurdu: "Biriniz Müslüman kardeşini kefenlediğinde iyi kefenlesin"
Beş şey vardır ki Müslümanın Müslümana karşı olan hukukucümlesindendir. Bunlar; verilen selâma mukabelede bulunmak, davete icabet etmek, cenaze namazında hazır olmak, hastayı gidipziyaret etmek, "elhamdülillah" diye aksıran bir mü'mine"yerhamükallah" diye duada bulunuvermektir.
İmam Cafer buyurdu ki:
"Kıble ehline mensup herkesin cenaze namazını kıl. Onun hesabını görmek Allah'a aittir"
Bir hadis-i şerifte de bu vazifeleri yapmanın sevapları şöyle beyan edilir:
Cabir (ra.)' dan:
Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Kim kabir kazarsa, Allah ona cennette bir köşk bina eder. Kim bir cenaze yıkarsa, annesinden doğduğu gün gibi tüm günahlarından sıyrılır. Kim bir ölüyü kefenlerse, Allah ona cennetteki hullelerden bir hulle giydirir. Kim yaslı bir kimseye taziyede bulunursa, Allah ona takva elbisesi giydirir. Ruhlar içinde onun ruhuna da rahmet edilir. Kim başına bir musibet gelen kişiyi teselli ederse, Allah ona cennet hüllelerinden dünyada pahası biçilmez iki hulle giydirir. Kim cenazenin ardından gidip de defnolununcaya dek beklerse Allah ona üç kırat (sevap) verir. O üç kırattan sadece biri Uhud dağından büyüktür. Kim bir yetimi ya da bir dulu himaye ederse Allah onu gölgesinde gölgelendirir ve cennetine sokar."
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki:
“Neden ölen kimseye namaz (cenaze namazı) kılınması emredildi, diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir:
Ölen kimse için şefaat ve Allah'tan mağfiret ve rahmet istemekiçindir. Çünkü, insanın bu andan daha fazla şefaat ve Allah' tanmağfiret dilemeye ihtiyacı olduğu bir başka zaman yoktur.
‘Neden cenaze namazında rükû ve secde yoktur?' diye sorulacakolursa şöyle cevap verilir:
Bu namazla, sahip olduklarını arkada bırakan, kendinden önce gönderdiğine ise ihtiyacı olan kula şefaat edilmesini istemek içindir"
Cenaze Namazları:
Cenaze namazının sahih olması için;
- Ölünün Müslüman olması.
- Yıkanmış ve temiz olması.
- Cenazenin hazır olması gerekir.
Huzurda bulunmayan (gaib) bir ölü üzerine namaz kılmak caizdeğildir. Çünkü kıble yönünden sapma hali olur. Doğu tarafında bir ölü olsa, namaza kıbleye doğru durulunca, ölü arkada veya soldakalır. Ölüye doğru dönülünce de kıbleden sapılmış olur.
(Malikilere göre de ölünün huzurda bulunması şarttır. Fakat Şafilere göre, gaib üzerine de namaz kılınabilir. Çünkü PeygamberEfendimiz (s.a.a.) Necaşî'nin cenaze namazını bu şekilde kılmıştır.
Hanbelilere göre de aradan bir aydan fazla geçmemiş olunca gaib üzerine cenaze namazı kılınabilir).
EbûHureyre'den:
"Allah Resulü (s.a.a.), Necáşî'nin ölüm haberini duyduğu gün,ashabını alıp musallaya gitti, onları saf yaptı ve dört tekbir alarak(gaib cenaze) namazını kıldırdı."
ibnü'l-Museyyeb (r.a.) 'dan:
UmmuSa'd ölmüştü. Peygamber (s.a.a.) yoktu. Gelince, üzerinden bir ay geçtiği halde cenaze namazını kıldı."
-Cemaatin önünde bulunması; arkada kalmaması.
-Ölünün tamamının veya çoğunun ya da başı ile birlikte yarısının mevcut olması.
(Şafii mezhebine göre ölünün en az bir kısmı da bulunsa cenazenamazı kılınır).
-Cenazenin yere konmuş olması. (Omuzlarda, binek veya arabaüzerinde olmaması).
(Şafii mezhebine göre yere konmuş olması şart değildir).
-Yıkanıp hazırlanan Müslüman bir ölü, ön tarafa konarak onunnamazı kılınmak üzere Müslümanların abdest almaları ve kıbleyeyönelmiş bulunmaları farz-ıkifayedir.
-Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyetle ölünün kadın veyaerkek, kız çocuk veya oğlan olduğu tayin edilir.
- Cenaze namazının rükünleri kıyam ile tekbirdir. Kur'an okumak (kıraat), rükû ve secdeler yoktur.
Ayakta durma bir rükün olduğu için özür olmaksızın oturarakcenaze namazını kılmak sahih olmaz. Dört tekbiri de rükündür.
Bunların her biri bir rekât yerine kaim olduğundan bir tanesininterkiyle namaz (bozulur) fasid olur.
(Cenaze namazında Fatiha suresinin okunması, Şafiîlerce bir rükündür. İlktekbirden sonra okunması daha faziletlidir. Hanbelilerce de bu bir rükündür. Birinci tekbirden sonra okunması vacibdir,Malikilere göre okunması tenzih yolu ile mekruhtur).
Ebu Ümame (r.a.)’dan dedi ki;
“Cenaze namazında sünnet olan; birinci tekbirden sonra içinden Fatihatu’lKitab’ın okunması, sonra üç kere daha tekbir alınıp sonunda selam verilmesidir.”
-Sünnetleri de; hamd ve sena etmek, salât ve selâm getirmek, hem ölüye hem de diğer Müslümanlara dua etmekten ibarettir. Duanın rükün olduğunu söyleyenler de vardır.
-Cenaze namazının asıl rüknü olan tekbirler, anlatıldığı gibi, üçtür. İlk tekbirle beraber hepsi dört tekbir etmiş olur. İmam bir beşinci tekbiri alsa, cemaat buna uymaz.
Ebu Hüreyre’den:
“Allah Resulü (s.a.a.) Necaşi’nin ölüm haberini duyduğu gün, ashabını alıp musallaya gitti, onları saf yaptı ve dört tekbir alarak (gaip cenaze) namazını kıldırdı.”
-Diğer namazları bozan şeyler, cenaze namazını da bozar. Yalnız cenaze namazında kadınların aynı safta bulunması ile erkeklerin namazları bozulmaz.
-Diğer namazlarda şart olan necasetten ve abdestsizlikten taharet, kıbleye yönelmek, avret yerlerini örtmek ve niyet etmek gibi şartlar cenaze namazı için de şarttır.
(Ca'ferî mezhebinde; her ne kadar diğer namazlarda gerekli olan riayet etmek ihtiyaten mustehap olsa da cenaze namazı kılan kimsenin abdestli, gusüllü veya teyemmümlü, bedenin ve elbisesinin temiz olması gerekmez ama eğer elbisesi gasp edilmiş ise, sakıncalıdır)
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki:
“Ölen kimseye namazın neden abdestsiz olmasını câiz ettiniz, diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir:
Bu namazda rükû ve secde yoktur, sadece dua ve mağfiret istemektir. Dolayısıyla, Allah, her durumda olursan ol, dua edip mağfiret dilemeyi câiz bilip izin vermiştir. Abdestin sadece içerisinde rükû ve secdesi olan namazlarda olması farzdır."
- Cenaze namazında cemaatin bulunması şart değildir. Yalnız bir erkeğin veya yalnız bir kadının cenaze namazını kılması ile de bu farz yerine getirilmiş olur.
Cenaze namazı cemaatle kılındığı zaman imam olmaya en çok hak sahibi bulunan, en geniş yetkiye sahip idarecilerdir. Sonra iyi bir hal sahibi bulunan mahalle veya kabile imamıdır. Daha sonra da ölünün veraset sırasına göre velisi bulunanlardır. Kadınlar ve çocuklar imam olamazlar.
- Bir ölünün namazını yalnız kadınlar kılacak olsalar, bu caiz olur ve farz yerine gelmiş olur. Kadınların cemaat halinde cenaze namazını kılmaları da caizdir fakat teker teker kılmaları müstehabdır.
Birkaç cenaze bir araya gelse, bunların ayrı ayrı namazlarını kılmak daha iyidir. Hangisi önce getirilmişse, onun namazı önce kılınır. Hep beraber getirilmişlerse; en faziletlisi öne alınır. Bununla beraber hepsine bir namaz da yetişir. Böyle topluca namazları kılınınca, imamın önünde erkek ölü bulundurulur. Diğer ölüler de saf halinde veya birbiri hizasında göğüsleri imama karşı olarak sırayakonulur. Şöyle ki; İmama karşı önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar ve daha sonra da kız çocukları konur.
-İmam ölünün göğsü hizasında durur. Cemaat de hiç olmazsa üç saf bağlar. Cenaze namazında safların en faziletlisi en arkada olanıdır.
Mürsed b. Abdillah el- Yezeni şöyle demiştir:
Malik b. Hübeyre (r.a.) bir ölünün namazını kılmak istediği zaman cemaatin az olduğunu görürse, onları üç safa ayırır ve şöyle derdi: “Allah Resulü “Bir ölüye cemaatten üç saf namaz kılarsa şüphesiz o kimse Cenneti hak etmiştir.’ Buyururdu.”
İbni Abbas (r.a.) rivayet etmiştir:
Peygamberimiz buyuruyor ki; “Hiçbir Müslüman yoktur ki, öldüğünde Allah’a ortak koşmayan kırk kişi cenaze namazını kılsın da Allah onların (ölmüş Müslüman hakkındaki) şefaatlerini kabul etmesin.”
Ebu Hüreyre’den;
Allah Resulü şöyle buyurdu: “Herhangi bir Müslüman kul öldüğünde en yakın komşularından üç kişi onun iyiliğine şehadet ederse Allah şöyle buyurur: ‘Kullarımın bildikleri hususundaki tanıklıklarını kabul ettim; bilmediklerini de Ben bağışladım.”
-Diri olarak doğduğu bilinen veya bedeninin çoğu diri olarak çıkan bir çocuk yıkanıp namazı kılınır. Böyle olmayınca yalnız yıkanır ve namaz kılınmaz.
(Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1169-1184)
CENAZE NAMAZININ KILINIŞI
Cenaze namazı niyet ve dört tekbir ile kılınır. Niyet etmeksizin veya tekbirlerden birini getirmeksizin kılınacak namaz sahih olmaz. Niyet aslında kalben yapılır, dil ile de söylenilmesi sünnettir. Niyette, ölünün erkek veya kadın veya sabi (çocuk) olduğu belirtilir. İmam olan zat, "Allah rızası için, hazır olan cenaze namazını kılmaya ve cenaze için dua etmeye" diye niyet ederek namaza başlar. İmamete niyet lâzım gelmez. Cemaat de ayı şekilde niyet eder, ayrıca, "uydum imama" derler. Yalnızca "uydum imama'" denilmesi de yeterlidir.
Cenaze namazı şöyle kılınır:
Namaz kılacak kişi, cenazenin göğüs hizasında durur. Cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır, niyet edilir. İmam olan zat, ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat de gizlice tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbirin arkasından hem imam hem de cemaat "Sübhaneke"yi okurlar. Ve Sübhâneke okunur. Sübhaneke'de; Ve teâlâceddük" kelimesinden sonra, Ve cellesenâük" ilâvesi yapılır
Sonunda ellerini kaldırmaksızın "Allahüekber" diye imam aşikâre tekbir alır. Cemaat de ellerini kaldırmaksızın gizlice tekbir alır.Bundan sonra hepsi gizlice "AllahümmeSalli ve Allahümme Barikdualarını okurlar. Tekrar ayni şekilde "Allahüekber" diye tekbir alınır. Bu defa da ölüye ve diğer mü'minlere gizlice dua edilir.
Burada muayyen bir dua yoktur, "Allahümme'ğfirlî ve li'l-mey-yiti ve li-sâiri'l-mü'minineve'l-mü'minât.." veya:
“Rabbena âtinafi’d-dünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kınâazebennar. Birahmetike ya Erhamerrahimin” duaları okunur. Yahut daha başka bir dua da olabilir. Bilmeyenler dua niyetiyle Fatiha suresini bile okuyabilirler.
Cenaze namazını yetişemeyenlerin durumu:
Cenaze namazına başlandıktan sonra gelip cemaate katılan kimse hemen tekbir alır, noksan kalan tekbirlerini dua okumaksızın birbiri peşinden alır. Böylece cenaze musalladan kaldırılmadan tekbirlerini tamamlayıp selam verir. İmam selam vermeden evvel yetişen kimse namaza kavuşmuş sayıldığından cenaze namazının tekbirlerini selamdan sonra getirerek tamamlara bunlarda dua okumaz. (Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1185-1190)
CENAZENİN MEZARA GÖTÜRÜLMESİ (TECHİZ)
Ölünün yıkanmasından sonra kabre gömülmesine kadar yapılması gereken şeylere ve bunları temin etmeye de "techiz" adı verilir.
- Cenazeyi teşyi etmek (arkasından mezara kadar takip etmek) sünnettir. Bunda büyük sevap vardır. Hazırlanmış olan cenazeleri bir an önce götürüp kabirlerine gömmek iyidir.
EbûHureyre'den:
Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Cenazelerinizi acele götürünüz. Eğer iyi ise bir an önce yerine ulaştırmış olursunuz, kötü ise bir an önce sırtınızdan atıp rahatlarsınız.
Bir zaruret olmadıkça, cenazeyi arkaya almak veya hayvan ve arabaya yüklemek mekruhtur, Cenaze sarsıntı verilmeksizin omuzlar üzerinde çabukça taşınmalıdır, Çocuk olan bir cenazenin de, el üstünde götürülmesi, hayvan üzerine yükletilmesinden daha iyidir. Çocuk cenazesini tek bir kişinin yaya veya binitli olarak eli üzerinde götürülmesinde bir sakınca yoktur.
- Cenazeyi gören ve onunla birlikte yürüyen kimsenin onu taşıması gerekmez.
Ebu Said, imam Ali'ye, "Ey Hasan'ın babası, ne dersin, bir cenazeye katılsam, cenazeye katılan kimsenin onu taşıması gerekir mi? diye sordu.
Hz. Ali (k.v.) buna şöyle cevap verdi: "Hayır fakat taşırsa iyi olur. Dileyen tutar taşır, dileyen taşımaz. Şayet sen bir cenaze törenine katılırsan, cenazeyi önüne geçir, onu gözlerinin önüne al. Çünkü bunda nasihat, öğüt ve ibret vardır. Eğer taşımak istersen, tabutun önüne bak, sol kısmına bak ve orasını sağ omuzuna al."
Yine demiştir ki: “Eğer bir cenaze ile karşılaşırsan, tabutun uçlarından tut ve cenaze sahiplerine selam ver. Zira bu işi ancak güçsüz olanlar terk eder."
- Cenazenin taşınmasında sünnet olan, dört kimsenin dört taraftan onu yüklenmesidir. Her tarafından on adım kadar yüklenmek müstehabdır ki, hepsi kırk adım eder. Bunun büyük sevabı vardır.
Şöyle ki: Bir Müslüman cenazeyi önce ön tarafından sağ omuzuna, sonra ayak tarafından sağ omuzuna alır. Sonra ön tarafından sol omuzuna, daha sonra da ayak tarafından sol omuzuna yüklenir. Böylece her birinde on adim yürür. Uygun olan budur.
İmam Ali (k.v.) cenaze taşımanın şeklini de açıklamıştır. Bu konuda demiştir ki: "Önce meyyitin sağ el ciheti taşınır. Sonra sağ ayak, sonra sol el, sonra da sol ayak ciheti taşınır. Bunu mutlaka bir kere yapman gerekmez. Üç kere taşıdın mı artık sen üzerine düşeni yapmışsayılırsın. Bundan sonraki her taşıyışın başkalarına eziyetvermediğin sürece daha faziletlidir."
Cenazeyi takip edenler, cenazenin arkasından yürümelidir. Faziletli olan budur. Bununla beraber önünden yürümekte de kerahet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek, binitli olarak takip etmekten daha faziletlidir. Binitli olan, cemaate eziyet vermemek için arkadan gider.
Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Binekli olan cenazenin ardından gider. Yaya olan nasıl isterse öyle yapar. Çocuk da cenaze namaz kılabilir"
Amr b. Hureys'denșöyle dediği rivâyet nakledilmiştir:
Ali b. EbiTâlib'e, "Cenazenin önünden yürümek hakkında ne dersin?" diye sordum.
“Hz. Ali Bu, farz namazların nafile namazlara olan üstünlüğü gibi cenazenin arkasındanyürümekönünden yürümekten daha faziletlidir" dedi.
Ebu Davud’un rivayeti:
Allah Resulü (s.a.a.) cenazede iken binmesi için kendisine bir binek getirildi, binmedi. Cenazeden dönerken yine kendisine bir binek getirildi, bindi. Sebebi sorulunca şöyle buyurdu: “Melekler yaya yürüyorlardı, onlar yürürken benim binmem doğru olmazdı. Onlar gitti bende bindim.”
-Cenazeyi takip edenler, hayatın sonunu düşünmeli, tevazu içinde bulunmalıdır.Sükûnet ve vakarla cenazeyi takip etmeliler. Uygun olanı budur.
Zeyd b. Erkam (r.a.) dan;
Allah Resulü (s.a.a.) şöyle buyurdu: “Allah üç yerde susulmasından hoşlanır. Kur’an okunurken, savaşılırken ve cenaze kaldırılırken.”
-Cenaze için gözyaşları dökerek ağlamakta ve kalben üzülerek kederlenmekte bir sakınca yoktur. Yeter ki, yersiz sözler söylenmesin. Cenaze için yüksek sesle ağlamak, yaka yırtmak, yüz tırmalamak, saç yolmak, dizlere vurmak gibi şeyler haramdır.
-Cenaze için ayağa kalkmak, başka milletlere kendini benzetmek hükmünde olduğundan mekruhtur, yasaktır. Bir engel yoksa ayağa kalkıp cenazeyi takip etmelidir. Kabirlerine götürülün cenazelere el kaldırıp selam vermek de hiçbir esasa bağlı değildir.
-Kadınların cenazeyi takip etmeleri tahrimen mekruhtur. Bundan dolayı sevaba değil günaha girmiş olurlar.
ÜmmüAtiyy (r.a.) şöyle demiştir:
“Biz kadınlara cenazenin arkasından yürümeye izin verilmedi; ancak haram da kılınmadı.”
-Cenaze kabre konulmak üzere omuzlardan indirilince, bir engel olmadığı zaman cemaat oturur. Bundan önce oturmaları mekruh olduğu gibi bundan sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
MEZARIN HAZIRLANMASI VE CENAZEYİ DEFNETMEK
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki:
Neden defnetmek emredilmiştir, diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir:
“İnsanların cesedinin yok olup fesat olmasını, kötü görüntüsünü ve kokusunun değiştiğini görmeleri hayatta olanların onun kokusundan ve çürüyüp yok olma halinden rahatsız olmamaları içindir. Düşman ve dostlarından saklı kalıp; böylelikle düşman onun haline sevinip dostu ise üzülmemesi içindir."
- Cenazenin toprağa gömülmesi de Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Bunun için önce mezar hazırlanmalıdır. Ancak gemide vefat eden bir mü'min olur da zamanında karaya çıkarma imkanı bulunamazsa, kokup dağılmadan önce gasledilir ve namazı kılındiktan sonra üzerine ağır bir cisim bağlanarak denize bırakılır. Bu gibi zaruretler dışında ölü mutlaka toprağa gömülmelidir.
(İmam Ahmed'den nakledildiğine göre, böyle bir ölüye ağır bir şey de bağlanır ki, denizin dibine gidebilsin. İmam Şafiî Hazretlerinin açıklamasına göre de, eğer İslâm ülkesine yakın ise, ölü iki tahta arasına sıkıca bağlanıp denize atılmalıdır ki, sular onu bir sahile atsın da Müslümanlar tarafından alınarak gömülsün).
- Kabrin orta boylu bir insan boyu kadar derin ve yarım boy kadar enli olması güzeldir. Yarım boy miktarı derin olması da yeterlidir. Rahatça bir insan sığabilecek derinlikte kazılır.
- Kabirlerde faziletli olan lahittir. Bunun için; toprağı sert olan bir kabrin içinde kıble tarafı oyulur. Ölü buraya konulur. Önüne de tahta, kamış veya kerpiç benzeri şeyler konur. Bu durumda toprak, tam ölünün üzerine değil, bu şeyler üzerine atılmış olur. Bu ölüye karşı bir saygıdır. Fakat kabrin yeri yumuşak veya ıslak olup buna da, lahit kazılması mümkün olmazsa, dere gibi çukur kazılır tuğla gibi sakk/yarma" denir. Gerek duyulursa, iki tarafı kerpiç ve tuğla gibi bir şeyle örülür. Sonra ölü bunların arasına konulur. Üzerine ölüye dokunmayacak şekilde kerpiç veya tahtalar ile tavanımsı bir örtü yapılır.
İbn Abbâs (r.a.)'dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Lahitli mezar bize mahsustur. Lahitsiz mezar (Şakk usulü defin) ise bizden başkalarına mahsustur.”
-Kabrin dibi ıslak ve yumuşak olduğu zaman cenaze tabut ile gömülebilir. Öyle ki, bu durumda tabutun taştan veya demirden yapılmış olması da caizdir. Fakat böyle bir hal olmayınca, tabut ile gömmek mekruhtur. Bazı fıkıh âlimlerine göre, kadınların tabut ile gömülmeleri, toprak yumuşak olmasa bile, güzeldir. Dibi ıslak olan bir kabrin içine toprak döşenmesi sünnettir.
Cenaze, kıble tarafından kabre konur. Sağ tarafı üzerine kıbleye döndürülür. Kefenin bağları çözülür. Sırt üstü yatırılmaz. Cenazeyi kabre koyanlar,
“Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh" derler.
İbnül-Müseyyeb (r.a.)' dan:
İbn Ömer' le bir cenazede bulundum. Onu kabre indirirken şöyle dedi: "Bismillahi ve fi sebilillahi ve alâ milleti Rasûlillahi (s.a.a.)"Sonra lahdin üstüne kerpiçler dizilmeye başlanınca, şöyle dedi: “Allah'ım! Bu cenazeyi şeytandan ve kabir azabından koru! Allah'ım! Yeri onun iki yanından uzaklaştır! Ruhunu yukarı çıkart ve onu rızana kavuştur!"
Dedim ki: "Ey lbnOmer! Bunu Allah Resûlü (s.a.a.)' den mi duydun, yoksa kendiliğinden mi söyledin?
İbn Ömer (bu konuda), "Senin dediğin gibi olsa, benim söz söylemeye gücüm yeter. Amma öyle değil; bilakis ben bunu Allah Resülü (s.a.a.)'den duydum" dedi.
- Cenazeyi kabre koyacak olan kimselerin sayısı, ihtiyaca göre değişebilir.
- Kadınları kabre koyacak olanların, neseb yönünden ona mahrem olmaları daha iyidir. Mahremleri yoksa yabancılardan iyi halleri bilinen kimseler seçilir.
-Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine bir perde çekilir.
Enes (r.a.)' dan:
Allah Resûlü (s.a.a.)'in kızınındefninde bulunduk, Allah Resûlü (kabrin kenarında) oturmuş, gözleri yaşla dolu dolu olmuştu. “İçinizde bu gece günah işlemeyen biri var mı?" buyurdu.
Ebû Talha, "Ben" dedi.
Öyleyse haydi sen kabre in!" emrini verdi ve o da kabre indi. (Ve kızını lahde koydu).
- Bir kimse, Falan zat beni yıkasın, namazımı kıldırsın veya kabre koysun" diye vasiyet ederse onu yerine getirmek gerekmez. Ancak veli olanlar buna rıza gösterirlerse, vasiyet yerine getirilir.
- Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle adam tutmak caizdir.
- Bir mezarlıkta, bir kimsenin hazırlamış olduğu bir mezara başka bir ölü gömülecek olsa, bakılır: Eğer mezarlık geniş ise, bunu yapmak mekruhtur. Geniş değilse caizdir; ancak kazı masrafların ödemek gerekir.
- Bir kimsenin kendisi için mezar kazıp hazırlaması, bir görüşe göre mekruhtur; çünkü hiç kimse kendisinin nerede öleceğini bilemez. Fakat kefen hazırlamakta kerahet yoktur. Çünkü buna ihtiyaç genellikle bulunmaktadır.
CENAZE GÖMÜLÜNCE MEZARDA BEKLEMEK HAKKINDA
- Bir Müslüman kabrine gömüldükten sonra orada, bir deve boğazlanıp paylaşılacak kadar bir zaman bekleyip Kur'an okumak güzel görülmüştür. Çok kez Mülk, Vakia, Ihlâs ve Muavvizeteyn sureleri, sonra Fatiha ile Bakara sûresinin başı okunur. Sevabı da, cenazenin ve diğer iman sahiplerinin ruhlarına bağışlanır; ölünün bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir. Cenaze toprağa gömülür gömülmez cemaatin oradan dağılmaları uygun değildir. Cenazenin ruhu, onların bulunuşu ile alışkanlık kazanır, yöneltilecek sorulara hazırlanmış olur ve YüceAllah’ın mağfiretini gözetlemiş bulunur.
Amr b. el-as (r.a.) şöyle demiştir:
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Beni toprağa verdiğiniz zaman, bir deve kesip etini dağıtacak kadar kabrimin başında kalınız ki, sizi görmekle Rabbimin elçileri ile yakınlık kurayım ve nasıl cevap vereceğimi düşünebileyim."
EbûAbdillah ve Ebû Leylâ diye de anılan EbûAmr Osman b.
Affän (r.a.) rivâyet etmiştir:
Allah Resûlü (s.a.a.) ölüyü defnettikten sonra kabrin üzerinde durup söyle derdi: "Kardeşiniz için mağfiret dileyin ve onun (karşılaşacağı hesap) için Allah' tan metanet vermesini isteyin. Şu anda, Sorguya çekilmektedir."
İmamŞafii şöyle demiştir:
"Kabrin başında Kur'an okumak müstehabdır, hatmetmek ise daha güzeldir."
Ma'kil b. Yesâr (r.a.)' dan:
Yasin süresi okunması hakkında Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Ölülerinize Yasin süresi okuyun!"
İbn Ömer (r.a.)' dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Sizden biri öldüğü zaman bekletmeyin, hemen kabrine götürün. Kişi başucunda Fatiha, ayakucunda ise Bakara sûresinin sonunu okusun!"
Mükellef çağına girip de gömülen bir Müslümanın mezarı başında "telkîn" verilmesi meşru görülmüştür. Hanefi fıkıh âlimlerinin bir görüşüne göre, gömüldükten sonra telkin yapılması ne emredilir, ne de yasaklanır.
(Malikîlere göre, telkin ölüm döşeğinde mendubdur. Gömüldükten sonra yapılması mekruhtur. Şafiîlerle Hanbelîlere göre telkin yapılması müstehabdır).
TELKİN HAKKINDA
EbûUmâme (r.a.)'dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Kardeşlerinizden biri öldüğünde üzerine toprak örttüğünüz zaman, biriniz kabrinin başında durup şöyle seslensin: "Ey fülan oğlu fülan!' Çünkü o, duyar ama cevap veremez. Sonra şöyle desin: Ey fülan oğlu fülan!' Çünkü o kalkıp oturur. Sonra şöyle desin: Ey fülan oğlu fülan!' Çünkü o, Bizi irşad et, Allah seni esirgesin' der. Ama siz onun farkına varamazsınız. Ondan sonra şöyle desin: Dünyadan çıktığın halini hatırla Allahtan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet ettin. Çünkü sen, Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i, imam olarak Kur'ân'ı kabul edip razı oldun." Çünkü Münker ile Nekir birbirlerinin elinden tutup şöyle derler: 'Haydi gidelim artık. Hücceti kendisine telkin edilen kimsenin yanında duramayız.’ Böylece Allah onlara karşı onun savunucusu olur.
Bir adam şöyle dedi: "Ey Allah Resûlü! Eğer annesini bilmezse?
Cevap verdi: "Onu Havva'ya nisbet ederek, 'Ey Havvaoğlu! diye hitap eder" buyurdu.
Mezarda cenazenin gömülmesinden sonra telkin verilmesi hakkında farklı görüşler olmasına rağmen Peygamberimizin gerek telkin gerekse de mezarda bir müddet beklemek hakkında önemli tavsiyeleri vardır.
Umulur ki bu gibi okuyuşlar ve telkin sebebiyle Yüce Allah ölüyü bağışlar ve kabir sualinin cevabını kolaylaştırır.
Bir Müslüman kıldığı namazın, tuttuğu orucun, okuduğu Kur’an'ın, verdiği sadakanın sevabını, ister hayatta olsun ve ister olmasın. Bir Müslümana veya bütün Müslümanlara hediye edebilir; bu caizdir. Bu sevap onlara verilir ve her birinin aynı sevaba kavuşacağı Allah in ihsanından beklenir.
(Ehl-i Beyt fıkhında mevtanın kabre konulduğu ilk gece sorgu sualini kolay vermesi için dua maksatlı vahşet namazı ve kılınır. Ayrıca anne babanın, büyük oğulun üzerine farz olan kaza namazları vardır ki bu nafile namazlar kısmında anlatılmıştır. İsteyenler bu ibadetleri yapabilirler).
VAHŞET NAMAZI
Ölen kimsenin kabir dehşetinden kurtulması ümidiyle defnedildiği günün ilk akşamında kılınıp ölenin ruhuna hediye edilen iki rekât mustehap namaz. Ölen için öldüğü ilk gece iki rekât vahşet namazı kılmak müstehabdır. Bu namaz Ehl-i Beyt Ekolü kaynaklarında şu şekilde anlatılmaktadır:
Vahşet Namazı Nasıl Kılınır?
İlk rekâtta Fatiha'dan sonra bir defa Ayetül-Kürsi, ikinci rekâtta Fatiha'dan sonra on defa Kadir suresi okunur. Selamdan sonra;
Allahumme salli ala Muhammedin ve Al-i Muhammed veb'assevabeha ila kabri fulan/Allah'ım Muhammed ve âline salât eyleve bu namazın sevabını falancanın kabrine vâsıl eyle."
Falan kelimesi yerine ölenin ismi söylenir.
Vahşet namazı, ölümün ilk gecesinin herhangi bir bölümünde kılınabilir. Ancak gecenin başlarında yatsı namazından sonra kılmak daha iyidir.
Cenaze başka bir şehre götürülmek istenir veya başka bir sebeple defni gecikirse, vahşet namazını öldüğü ilk gece kılmak daha iyidir. Ve cem etmek yani hem öldüğü ilk gece hem kabre konulduğu ilk gece vahşet namazı kılmak ihtiyata daha yakındır.
(Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayfa 831-832)
-Definde bulunanların kabir üzerine üçer avuç toprak atmaları müstehabdır.
EbûHüreyre’den
“Allah Resulü(s.a.a.) bir cenazenin namazını kıldırdı sonra da kabrinin baş tarafından üç avuç toprak attı.”
-Kabir üzerine su serpmekte bir sakınca yoktur.
Âmir b. Rebia’dan:
“Peygamber (s.a.a.) Osman b. Maz’un kabri yanında durup, üzerine su serpilmesini emretti.
-Cenazelerin gündüz gömülmesi müstehabtır. Geceleyin gömülmeleri de mekruh değildir. Ancak zorunlu bir hal olmadıkça geceleyin gömülmemelidir.
CENAZENİN ARDINDA SADAKA VERMEK
-Ölünün velisi, ölünün gömülmesinden bir gün sonra yedinci güne kadar kolayına gelen şeyi fakirlere sadaka vererek sevabını ölüye bağışlamalıdır.
Hz. Allah şöyle buyuruyor: “Onlardan sonra gelenler, ‘Rabbimiz bizi ve iman ile bizden evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla’ diye dua ederler.” ( Haşr Suresi: 10. Ayet)
Bir adam Allah’ın Resulüne gelip “Annem birden öldü. Eğer konuşabilseydi. Sadaka verecekti. Annem için sadaka versem sevabı kendisine ulaşır mı? Diye sordu. Resulü Ekrem; “Evet” dedi.
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Bir insan öldüğü zaman ameli sona emel (defteri kapanır). Ancak şu üç kimsenin; Sadaka-i câriye(hastahane, câmi, çeşme..." bırakan, kendisinden faydalanılan ilmi bir eser yazmış olan ve kendisi için dua edecek bir evlât yetiştiren kimselerin defterleri kapanmaz."
Ölünün komşularının veya uzak akrabasının yemek hazırlayarak ölü sahiplerine ikram etmeleri ve yemelerine ısrarda bulunmaları müstehabdır. Çünkü cenaze sahipleri kendileri için yemek hazırlayamayacak bir halde bulunabilirler.
Abdullah b. Ca' fer (r.a.)'dan:
Cafer'in ölüm haberi geldiğinde Allah Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurdu:
"Cafer'in ailesine yemek yapın! Çünkü başlarına onları meşgul eden bir felaket gelmiştir."
Ölü sahiplerinin, yapılacak taziyeleri kabul için, üç gün kadar evlerinde oturmaları caizdir. Bununla beraber oturulmaması da iyidir. Cenazenin gömülmesinden sonra, en son üç güne kadar bir defa olmak üzere taziye yapılması müstehabdır. Eğer taziye edilecek kimse ortada yoksa veya uzakta bulunuyorsa, o zaman üç günden sonra da taziye yapılabilir.
Ibn Abbâs (r.a.)'dan:
Peygamber (s.a.a.)'e, ölen kızı Rukiyye nedeniyle taziye sunulunca şöyle buyurdu: "Çok iyi olan kızları(mdan) olan kızımı defneden Allah'a hamd olsun."
Ebu Musa (r.a.) 'dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah meleklere şöyle buyurur: "Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?'
“Evet.”
-Bu durum karşısında kulum ne dedi?
“Sana hamd edip Înnâlillahi ve innâileyhirâciûn, dedi.”
-Öyleyse haydi ona cennette bir köşk yapın ve adına da Hamd Köşkü deyin' buyurur."
MEZAR VE MEZARLIKLAR
- Mezar ve mezarlıkları güzel korumak, temiz tutmak ve ağaçlarla süslemek, hayatta olanlar için bir görevdir. Kabirleri çiğneyip üzerlerinden geçmek mekruhtur. Böyle bir davranış ölü hakkında bir saygısızlıktır.
EbûMersedKennâz b. el-Husayn (r.a.) Rivayet etmiştir:
"Kabirlere doğru namaz kılmayın ve kabir üzerinde oturmayın. Fakat mezarlığa ait başka bir yol bulunmayınca, Kur an okumak, tesbihde bulunmak ve dua etmek şartı ile, kabirlerin aralarından ve üzerlerinden yürüyüp gitmekte ve kabirlerin kenarlarına oturmakta kerahet bulunmadığını söyleyenler vardır.
- Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun ve ne kadar ihtiyaç dışı bulunursa bulunsun, yine kabristan olarak korunması gerekir. Böyle bir kabristanı satmak veya üzerinde herhangi bir tesis kurmak, içinde bulunan ölü kemiklerini ve topraklarını başka bir mezarlığa götürmek caiz görülmemektedir. Ölülerin hakları, dirilerin hakları kadar, belki ondan daha fazla saklıdır.
- Su basmakta olan veya yabancı bir millet elinde kalan bir mezarlığı başka bir yere taşımak caiz görülmüştür.
Bir cenaze kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra artık kabri açılmaz, kabrinden çıkarılmaz. Bu caiz değildir. Artık yüce Allah'a teslim edilmiş ve cemaatin ellerinden çıkmış olur. Ancak bir mecburiyet hali bulunursa olabilir.
- Mezarların yanında uyumak, çevrelerini kirletmek, yaş ağaçlarını ve otlarını kesip koparmak mekruhtur.
- Mezarları haftada bir gün, özellikle cuma ve cumartesi günleri, ziyaret etmek erkekler için mendubdur. Salih kimselerin kabirleri teberrük için ziyaret edilir. Uzak bir yerde bulunmuş olsalar dahi, bu yolculuğa katlanmak mendubdur.
Büreyde (r.a.)'dan:
Allah Resûlü (s.a.a.) söyle buyurdu: "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık ziyaret edebilirsiniz, çünkü onlar size âhireti hatırlatır"
EbûHureyre'den:
Allah Resûlü (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Kim ana-babasının ya da onlardan birinin kabrini ziyaret ederse, bağışlanır ve (iyi kişi olarak) kayda geçirilir."
Ziyaretçi, ayakta kıbleye doğru veya ölünün yüzüne karşı durarak dua etmeli ve şöyle demelidir.
"Esselâmüaleyküm, ey mü'minler yurdunun sakinleri! Bizler de inşallah sizlere kavuşacağız. Yüce Allah'tan bizim ve sizin için afiyet (her türlü kederden selâmet) dilerim."
Peygamber Efendimiz (s.a.a.), (Medine'deki) Baki mezarlığını ziyaret ederken böyle selâm verirlerdi.
Bir kimseyi, öldüğü ev içindeki bir yere gömmek mekruhtur. Çünkü böyle bir işlem ancak peygamberlere özel olan bir iştir.
Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça, onun kabri açılarak yerine başkası gömülemez.
Fakat başka bir yer bulunamayınca, ölünün kemikleri toplanır ve oraya gömülecek olanla kendi arasına topraktan veya kerpiçten bir engel konur.
- Bir ölü yanlışlıkla kıbleye aykırı bir şekilde gömülmüş olsa, bundan dolayı kabri açılmaz. Çünkü cenazenin sağ tarafına yatırılarak kıbleye doğru bulundurulması bir sünnettir. Buna riâyet edilmediğinden dolayı kabri açmak uygun olmaz.
Bir zaruret bulunmadıkça, birkaç cenazeyi bir mezara koymak caiz değildir. Zaruret halinde ise konulur. Aralarına da bir engel (perde) olsun diye toprak doldurulur. Uhud şehitleri böyle gömülmüşlerdir.
Hişâm b. Amir (r.a.)' dan:
Uhud günü şehit düşenlere ne yapılacağı hakkında Allah Resulü (s.a.a.) 'e başvurduklarında şöyle buyurdu: 'Kabir kazın, geniş tutun ve derinleştirin! Tek kabre iki ve üç insan koyun! Kim Kur'ân'i daha iyi biliyorsa onu öne koyun."
Aişe (r.anha)’dan;
Allah Resulü buyurdu: “Ölü insanın kemiğini kırmanın günahı, dirinin kemiğini kırmak gibidir.”(Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1191-1221)
ISKAT-I SALAT (NAMAZ BORCUNU DÜSÜRME)
Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarla vitir namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir sadaka verme işlemine "ıskat-ı salât" denilmektedir.
- Iskât-ı Savm da, ölünün üzerindeki oruç borçlarını düşürmek mânâsınadır. Ölünün üzerinden, sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi hususu hem âyet, hem de hadis ile sabittir. Burada oruç için her bir güne karşılık bir yoksul doyurmak sûretiyle fidye verileceği açıklanmaktadır.
- Namaz için fidyeden, ne âyet ve ne de hadislerde bahis yoktur. Bu bakımdan namaz için nassa dayalı bir iskât söz konusu değildir. Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icmâ yoktur.
Bu usul, delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefî müçtehitleri bunu güzel görmüşlerdir. Bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak ileri sürülemez. Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık eseridir, bir istiğfar alametidir. Bunun vâris tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir şefkat ve hayırseverlik olarak görülür.
Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış namazlarını düşürmek için fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır. Vereceği bu fidye hiçbir zaman namaz yerine geçemez.
İmâ ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse, bu hastalığı müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet etmesi gerekmez. Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana ermemiştir. Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır. Bundan dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
Namaz kılmakla mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını ima ile dahi olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı yapmaksızın ölse, bunların manevi sorumluluğundan kurtulması ümidi ile bunların düşürülmesi için, bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir. Böylece bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.
Iskat-ı salât için vasiyette bulunmamış olan bir ölünün velisi (vârislerinden biri) tarafından bağış yolu ile verilecek bir mal ile de, bu ıskat işlemi yapılabilir. Ölünün bu yüzden bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur.
Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu konuda yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilâf vardır. Her halde, yabancı bir kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevap ulaşır.
Fidyeler ölü defnedilmeden verilmelidir. Uygun olan budur.
Bununla beraber definden sonra verilmesi de câizdir.
Namaz borcunun düşürülmesi hesaplanırken vitir namazı da hesaplanır. Bir günün gece ve gündüzünde vitir de dâhil olmak üzere 6 vakit namaz vardır. Ölünün arkasında bıraktığı malının üçte birinden, bu 6 namazdan her biri için bir fidye verilir. Bir fidye, bir fakirin bir gün doyurulmasıdır, Sabahlı aksamlı olmak üzere iki öğün üzerinden hesaplanır.
Verilecek fidyelerin hepsi tek fakire verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. Fidyeler, fakiri doyurmak suretiyle yerine getirilebileceği gibi, yiyecek karşılığı para olarak da verilebilir.
Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek caizdir. Fakat oruç ve yemin kefaretleriböyle değildir. Bu fidyeler bir günde bir şahsa toptan verilemez.
Iskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak hayati esas alınır. Namaz kılmak için mükellef olduktan sonraki yaşadığı yıl hesap edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir.
Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap edilen namazların karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla onfakire devir şeklinde verilebilir.
- Namaz fidyesinden sonra oruç kefareti, sonra kurban kefareti, sonra yemin kefareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak başlanıp da bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da getirilmemiş adak namazlar ve kurbanlar için de bir miktar devir yapılır. Hatta yapılmamış tilâvet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı da fidye verilir.
- Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun vârisleri, geriye bırakmış olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele vârisler fakir bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir vârisleri fidye vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa vârisler arasında çocuklar ve yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz.
Ölünün velisi, ölü adına kazaya kalmış namazlarının kılamaz, oruçlarını tutamaz.
Malik (t.a.) 'dan:
Ibn Ömer’e, "Kişi, başka kişi adına oruç tutabilir mi? Bir kime diğer kimsenin adına namaz kılabilir mi? diye sorarlardı da, "Hayır" derdi.
Fakat bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir Müslümana hediye yapılabilir. Ölünün bundan faydalanacağı Allah'ın ihsanından beklenir.
(Ehl-i Beyt ekolünde, baba namaz ve orucunu yerine getirmemiş olursa, eğer Allah’ın emrine itaatsizlikten terk etmemiş ve kaza edebilecek durumda olmuşsa, ölümünden sonra büyük oğula, kazasını yerine getirmesi veya bunun için ecir tutması farzdır. Eğer mazeretsiz terk etmiş olsa, müstehabihtiyat gereği yine büyük oğlun kaza etmesi farzdır.
Ölen kimse, namaz ve orucunun kazası için ecir (ücret karşılığında onları yerine getiren naib) tutulmasını vasiyet etmiş olur ve ecir de onları sahih bir şekilde yerine getirirse büyük oğula bir şey farz değildir).
Muhammed b. Mervan rivâyet eder:
Ebu Abdullah (Ca'ferSâdıkAleyhisselam) buyurdu ki: "Sizden birinizi, yaşayan ve ölmüş bulunan anne ve babasına iyilik etmekten alıkoyan nedir? Onların niyetine namaz kılın, onlar adına sadaka verin, onlar adına hacca gidin, onlar adına oruç tutun. Bu yaptığı ameller onlara yazılır ama kendisine de aynı sevap verilir. Allah Azze ve Celle, iyiliğinden ve akrabalıkbağlarınısürdürmesinden dolayı ona çok hayırlar bahşeder."(Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz / Sayda 1123-1126)
Değerli okurlarımız Allah’ın lütfuyla Cenaze Bahisleri konusu hakkında da bir analiz çalışmasını tamamlamak nasip oldu. Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın kıymetli eserlerinden biri olan “Kuran ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali Namaz” kitabında istifade ederek önemli gördüğümüz kısımları sizlerle paylaşmaya çalıştık.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Peygamberimizin ve onun güzide Ehl-i Beyt’inin uygulamaları hakkında gerçek bilgiyi sizlere sunabilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Rabbim bizleri daha nice hayırlı hizmetlere muvaffak kılsın. Gayret bizden hidayet Allah’tandır…
Hazırlayan: Uğur KEPEKÇİ