Çocukluk yıllarımın haftalık ritüellerinden bir tanesi de
ailecek Cuma günleri kabir ziyareti yapmaktı. Asri mezarlığın ana kapısından
girerken okuduğum Yunus Emre'nin ikazı bütün benliğime kazınmış gibidir.
Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi? / Mal da
yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan.
Özellikle metropol şehirlerde kabir ziyaretleri ihmal
ediliyor. Oysa Peygamberim efendimiz, kabir ziyaretlerini ihmal etmezdi. Biz
Üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş hocamızı ziyarete gittiğimizde, bizi Hayri baba
hazretlerinin kabr-i şeriflerine götürür, birlikte ziyaret ederdik. Arabasında
olduğumuzda eve giderken özellikle Sarıtaş mahallesinin kabristanının olduğu
yoldan götürür ve ‘burada benim annem babam yatıyor’ der ve Fatiha’sını okurdu.
Geçtiğimiz gün bir vesile ile gittiğimiz şehrimizde mezar
ziyareti yaptık.
Geçmişlerimizi ziyaret ettik, konu komşumuzu ve üzerimizde
emeği olan insanlardan fırsat bulduklarımızı da ziyaret ettik. Her kabristan
ziyaretimde ninelerimi ve dedelerimi ziyaret etmeyi özellikle ihmal etmemeye
çalışırım. Bu konuda bir de hatıramı paylaşayım.
İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirmiş ardından dünya
evine girmiştim. Mecburi hizmet için Manisa, Gördes, Kayacık kasabasına
gidecektim. Görev yerine önceden gitmiş ev ortamını hazırladıktan sonra eşimi
almak için memleketime gelmiştim. O günkü koşullarda şehirlerarası otobüs ile
yolculuk yapacaktık. Bunun için önce Kilis’ten Gaziantep’e ardından Manisa’ya
yolculuk yapacaktık. Öğrencilik yıllarımda hiç ihmal etmediğim bir rutinim
vardı. O da yolculuğa çıkmadan önce babaannemi ziyaret ederdim. Ancak vakit
sıkıntısı çekmiş olacağım ki bu defa babaannemi görmeden yola çıktık. Özel oto
ile G.antep’e giriş yaptık. Bulvarda karşıdan karşıya geçerken üzerimize doğru
şimşek gibi gelen büyük bir otomobil dikkatimi çekti. Araç arabamıza
çarptığında araba büyük bir şiddetle savrulmuş; eşim ve ben kan revan içinde
kalmıştık. Ardından hastane, müdahale derken yeniden geldiğimiz şehre doğru
döndük. İyileştikten sonra yeniden yolculuğa çıkmadan önce babaannemi ziyaret
ettim. Bakın bana ne söyledi. "Oğlum Ahmet sen beni ziyaret etmeden
gittin. Oysa ben seni her defasında Hz. Fatıma anamıza teslim ediyordum."
İşte o zaman işin sırrını öğrenmiştim. Memleketime her gidişimde babaannemin
kabrini ziyaret eder ve onun ruhâniyetinden istimdat ederek, Fatıma anamızın
koruyucu ellerine kendimi teslim etmeye çalışırım.
Bu defa da böyle yaptım.
Kabristanda murakabe farklı oluyor. Hele ortak hatıralarınız
olan kişileri ziyarette, ölümü daha sıcak yaşıyorsunuz. Hele bahar aylarında
yapılan ziyaretler size hem ölümü hem de yeniden dirilişi haykırıyorlar. Bu
defa da böyle oldu. Kabristanda bizi mezarlar karşıladı, biz sıramızı savdık
sıra sizde dediler hal dilleriyle. Baharda uyanmış çiçekler ise bak biz yeniden
dirildik, ölümden sonra yeniden diriliş var dediler. Bakın kimlerle
karşılaştık. Sarı şebboy, Osmanlı otu, Şimşir, Nakil çiçeği, Yapışkan andız
otu, Lavanta, Cennet bambusu, Yanar çalı, Mahmuz çiçeği, Ölüm çiçeği, Kanarya
otu, Papatyalar ve Zambaklar. Her biri kendi diliyle bir mesaj veriyor.
Allah anlayanlardan eyleye.