SİYASETTE GEÇER AKÇE OLAN ALGI YÖNETİMİ NE ANLAMA GELİYOR
12 Haziran genel seçimleri münasebetiyle siyasi partiler eteklerindeki taşları döktüler. Kimin saçı ak, kimin saçı kara olduğu bu süreçte daha net olarak ortaya çıktı. Seçim sürecinde projesi olanlar projesini anlattılar. Projesi olmayanlar ise bol bol tartışma ortamı oluşturdular. Efelenme, bel altı atış ile sanal bir boğa güreşine döndü seçim meydanları. Her ne kadar siyasiler gerginlik oluşturdu ise de asıl gerginliği yaşayan taraf seçmen oldu, vatandaş oldu. Milletin birliğini temin ve tesis etmek olan siyasilerin söylemleri milleti kamplara bölme yolunu daha da açtı.
Siyasetçi 'algı yönetimi' adına bir tarz benimsendiğini görüyoruz. Vatandaş önünde 'özde değil de sözde' öne çıkanlar yani tiyatroda daha başarılı olanlar, boylu poslu olanlar daha çok prim yapıyor. Durum böyle olunca, siyasiler de seçim kampanyalarını daha çok algı yönetimi üzerine bina ediyorlar. Yani siyasileri bu yöne itenler yine bizzat milletin kendisi. Alıcısı olanın satıcısı oluyor, seçmen sahtesine rağbet edince, sahteyi satanlar ekseriyete geçiyorlar. Algı yönetimi ile seçmenin iradesi üzerinde bir set oluşturuluyor. Bir bakıma seçmenin iradesi elinden alınıyor, esir hale getiriliyor. Artık nüfus et, edebilirsen. Seçmenin hapsedilmesi demek milletin ve devletin mahkumiyeti demek oluyor.
ALGIDAN, YANİ SÖZDEN KURTULUP ÖZE NASIL ULAŞACAĞIZ
Millet olarak bu algı yönetiminden kurtulmanın yolu bizzat kendimize bakmak ve mutlak bilgi sahibi olduğumuz konuları iyice tahlil etmekten geçer. Ekonomik olarak, sosyal olarak, hukuk olarak, çevre olarak düne göre nasılız, daha mı iyiyiz; daha mı kötüyüz. Dün kredi kartı borcumuz ne kadardı bu gün kredi kartı borcumuz ne kadar, dün ne kadar kazanıyorduk bu gün ne kadar kazanıyoruz, dün ne kadar fakir fukara, işsiz güçsüz insan vardı etrafımızda bugün bunların sayısı arttı mı azaldı mı? Dün millet olarak ne kadar birbirimize yakındık bugün millet olarak ne kadar bölük pörçük olduk.
Bu soruların sayısını arttırmamız mümkün. Yaşadığımız gerçekleri esas kabul ettiğimiz zaman etrafımızda örülmeye çalışılan yalan rüzgarlarını hemen tespit edebiliriz. Bu konu çok ama çok önemlidir. Ahir zamanın en önemli özelliklerinden olan 'deccal' akımını unutmamak gerekir. Bilindiği gibi deccalin en bariz özelliği hakkı batıl; batılı hak göstermesidir. Bir başka ifade ile deccal ateşi su; suyu ateş olarak gösterecektir. Bu ahir zaman fitnesinden ve tehlikesinden korunmak için feraset ehli olmaya, değilse feraset ehli olanların etrafında olmaya gayret gösterilmelidir.
SEÇİM, GEÇİM ANLAMINA MI GELİYOR
Siyasete ve siyasetçiye nasıl bakmamız gerekiyor. Bu soru kritik öneme haizdir. Günümüzde hakim kanaat seçimi geçim olarak görme şeklinde. Burada bir örnek vermek gerekirse, bilinen bir ajansın bölge muhabiri bir görüşmemiz olur. Muhabir basın açıklamalarının ve yapılan etkinliklerin basında yer alması için bir ücret talebinde bulunur. Bu nasıl bir anlayış! Parası olmayan haklının haberleri halka iletilmeyecek, parası olan haksızın ise haberleri kamuoyuna iletilecek ve millet üzerinde algı yönetimi yapılacak. Bunu eleştirdiğimde, aldığım cevap şuydu. Uygulama seçim dönemi için geçerli, seçimden sonra yine normal uygulamamıza geçeceğiz dendi. İşte bu cevap, rantiyenin geldiği seviyesizliği de göstermektedir. Maalesef iktidarı elinde bulunduran güç sahiplerin de işine geldiği için hakkın ve haklının değil, güçlünün borazanı daha çok ötüyor. Hatta oyunun kuralları bu şekle dönüştürülüyor. Seçmen seçimi geçim olarak görünce seçimin kaderini projeler değil de, geçime katkıda bulunma oranları belirleyici oluyor. Bu bir bakıma batan geminin paylaşımı anlamına da geliyor. Madem paylaşım var, o halde paylaşılan varlığın başına üşüşme de oluyor.
BU GİDİŞAT DAHA NE KADAR SÜRER
Peki bu yaklaşımla daha kaç seçim geçirebiliriz. Ülkemiz daha ne kadar ayakta kalır, milletimiz daha ne kadar birliğini ve dirliğini muhafaza edebilir. İşte asıl sorulması gereken sorular bunlar. Şimdi, okuyucu "bana ne" diyebilir "bir ben miyim" diyebilir. Bu konuda yaygın olarak bilinen ancak tekrar gündem edilmesinde fayda gördüğümüz tarihi bir anekdotu hatırlatmak isteriz. "Osmanlı'nın muhteşem zamanlarıdır. Kanunî Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür. Meşhur âlim Yahya Efendi'ye bunu sormaya niyet eder. Yazdığı mektupta, ?İlahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Diye sorar. Mektubu okuyan Yahya Efendi'nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; "Neme lazım be Sultanım!" Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez. Kalkar Yahya Efendi'nin dergâhına gelir: Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al. Yahya Efendi şöyle der: Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olsa, işitenlerde 'neme lazım' deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir... Bunları dinlerken ağlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da Allah'a kendisini ikaz eden bir alim olduğu için şükreder."
SEÇİMİN MİLLET TARAFI
O halde vatan ve millet sevdası olan bütün sağ duyu sahibi bireylerimizi siyaset yapmaya davet ediyoruz. Allah için, çoluk çocuğumuzun geleceği için, ay yıldızlı bayrağımızın gönderde dalgalanması için, millet varlığımızı, vatan topraklarımızın muhafazası için siyaset yapmamız gerekmektedir. Nasıl bir siyaset? İster aktör, ister tribünde ama milli bir siyaset anlayışı içerisinde olmak gerekir.
Öyle bir siyaset ki "bana ne" demeden, "bu beni ilgilendirir" diyen bir siyaset anlayışı, siyasette seçim günü olan 12 Haziranın yanında ve ötesinde 13 Hazirana odaklanan bir siyaset anlayışı. Siyaseti millete hizmet olarak bilen; iman olan yerde inancın; inanç olan yerde ise imkanın var olacağı bilincinde bir siyaset. Yaşanan bunca sorunun odağını ve çözüm yollarını gördükten sonra sabır ve inatla yürüyen bir siyasi anlayışı şiar edinmek gerekmektedir. Üstad Prof. Dr. Haydar Baş beyin bizzat uyguladığı ve 9.Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in de her fırsatta ifade ettiği gibi bir kişi bulunca bir kişiye konuşan, iki kişi bulunca iki kişiye konuşan bir siyaset anlayışı, o dinleyenler bir başkasına aktaracak, böylece damlalar sel olacak ve barajları yıkarak engelleri bir bir ortadan kaldıracaktır.
Vatandaşa düşen görev ise, sorunlarını çözecek irade sahibi, proje sahibi insanları bulmak ve bunları desteklemektir. Siyasetin gaye ve maksadını ehil olanları direksiyonun başına getirme anlayışını hakim kılmaktır. Aksi halde arabanın direksiyonu yanlış ellere teslim edildiği takdirde, bırakınız menzile zamanında varmayı, belki de hiç vuslata erememe söz konusu olacaktır. Dürüst olanı ve ehliyetli olanı bulduğumuzda hiç ama hiç tereddüt etmeden sahip çıkmak ve onu başımıza taç etmemiz gerekmektedir.
Unutmamak gerekir ki, seçimi geçim olarak algılatanlar seçim oltasının ucuna geçim yemini takanlardır.
Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi
İcmal Dergisi