Hasan Nasrallah’ın ismine baktığımızda, Orta Doğu’nun kalbi ve birleştirici harcı olduğunu söylemek zor değil. Mücadelesi ve nihayetinde şehadeti, bölgeyi derin bir kenetlenmeye vesile oldu. Nasrallah’ın suikaste kurban gitmesi, onun şehadeti ve aksiyonları, İsrail’in bölgeye yönelik tavrını yeniden şekillendirecek nitelikte.
Öncelikle, Hasan Nasrallah’a Allah’tan rahmet diliyorum ve bu zulme karşı canlarını feda eden tüm şehitleri anmak istiyorum. Maalesef gözümüzün önünde acı bir tablo var. BTP genel başkanı Hüseyin Baş bey yaptığı konuşmada Hizbullah’ın bölge dinamikleri ve siyaseti üzerindeki etkisine vurgu yapması son derece manidardı. Neden mi? Çünkü bölgeye bakıldığında, bazı ülkeler meselelerin özüne inmekten kaçınıyorlar, yüzeysel mesajlar veriyorlar. Bunun temel nedeni, İsrail ile olan ticari ve askeri ilişkilerin devam etmesi. Hizbullah ismi, kamuoyunda farklı algılara yol açabilir, ancak Lübnan’daki Hizbullah siyasi bir partidir. Parlamentoda temsilcileri bulunan, Lübnan’ın resmi ordusuyla ilişkilendirilen bir oluşumdur. Dolayısıyla İsrail’in Hizbullah’a saldırısı, Lübnan devletine yönelik bir saldırı olarak değerlendirilmelidir. Bu olaya bu çerçeveden bakmak gerekmektedir.
İsrail’le yaşanan süreçler, özellikle Kürecik radar üssü ve ticari bağlantılar gibi pek çok örnekle gözler önüne seriliyor. İsrail’e karşı net bir duruş sergilemeyen bu tavırlar, maalesef İsrail’i cesaretlendiren adımlar olarak karşımıza çıkıyor. Net durulmaması, bu tür trajik olayların devam etmesine neden oluyor. İsrail, duruşunu bu cesaretten alarak sürdürecektir.
Birleşmiş Milletler’in toplantılarında yaşanan olaylar, bu kuruluşun fonksiyonunu büyük ölçüde yitirdiğini ve tarafsızlık ilkesinden uzaklaştığını gözler önüne sermektedir. Batı dünyası neden bu bölgeye saldırıyor? Neden bu ülkeler yok edilmeye çalışılıyor? Sebep çok açık: İsrail, bir din devleti olarak sözde vadedilen toprakları ele geçirmeyi devlet politikası haline getirmiştir. Lübnan, Suriye, Ürdün, Mısır, Türkiye’nin güneydoğusu ve İran gibi ülkelerin toprakları, bu politikanın hedefindedir.
Bu bağlamda, İsrail yalnız değildir. En büyük destekçisi Amerika Birleşik Devletleri’dir. Tıpkı Anadolu’nun işgali sırasında Yunanlıların arkasında İngilizlerin olması gibi, bugün de İsrail’in arkasında Amerika bulunmaktadır. Amerika’nın bu desteği ise bir inanç mücadelesi dayanmaktadır: Evanjelizm. Evanjelistler, Yahudilerin Filistin’e dönüşünü ve Büyük İsrail’in kurulmasını kutsal bir görev olarak kabul etmektedirler. Amerikan politikalarında Yahudilerin ve Evanjelistlerin etkisi büyüktür. Örneğin, George W. Bush ve Donald Trump, Evanjelist desteğiyle başkanlık koltuğuna oturmuşlardır. Aynı şekilde, Biden’ın kabinesinde Yahudilerin yer aldığı ve bu savaşta taraf oldukları bilinmektedir. Bu savaş, bir inanç mücadelesi ve bölge kaynakları üzerindeki ticari bir çatışmadır.
Peki bundan sonra ne olacak? İsrail’in bu politikaları, uzun vadede başarıya ulaşacak mı? Çin ve Rusya’nın bu durumdan rahatsız olduğunu biliyoruz. Tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere’nin talepleriyle diğer Batılı güçlerin çıkarlarının örtüşmemesi gibi, bugün de Çin ve Rusya, Amerika ve İsrail’in Ortadoğu’daki emellerine karşıdır. Çin’in Gazze liderlerini Pekin’de bir araya getirmesi, bu rahatsızlığın somut bir göstergesidir.
Ayrıca, İslam kaynaklarına göre, Yahudilerin bu toprakları ele geçirme planları başarılı olmayacaktır. Sonuçta kazanan Müslümanlar olacak, bu toprakları işgal edenler ise kaybedecektir. Bizim kaynaklarımız, bu savaşın nihayetinde İslam’ın zaferiyle sonuçlanacağını ifade etmektedir.
Sonuç olarak, ülkemizin siyaseti de bu kritik dönemde net bir duruş sergilemelidir. Ancak, ne yazık ki iktidar, söylemlerinde ve eylemlerinde bu netliği göstermemektedir. Halkın dikkatinden kaçmayan bu tutarsızlık, uzun vadede olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Bizler bu dünyaya kalıcı olmak için gelmedik. Herkesin bir ömrü vardır ve önemli olan imanla güzel bir şekilde yaşamaktır. Ömrümüzü vatanımız, milletimiz, inancımız ve değerlerimiz doğrultusunda en iyi şekilde geçirmek dileğiyle…