Kamuoyunun endişeleri bitmek bilmiyor. Şimdi de milleti kene endişesi sardı. Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığından bahsediyoruz. Türkiyede ilk defa 2002 yılında görülen bu hastalık takip eden yıllarda süratle arttı. Ölümcül bulaşıcı hastalıklar arasında ilk sıraya yerleşen Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığından ölenlerin sayısı 2007 yılında 33 iken, 2008 yılının ilk yarısında 31 rakamına ulaştı bile. Uzman görüşüne göre önümüzde ki aylarda daha da artacağı bekleniyor. Dünya sathında bu hastalığın neredeyse en sık görüldüğü ülke konumuna gelmiş durumdayız.
Peki, ne oldu da Türkiye bu duruma düştü. Burada gerek mikrobun durumu gerekse taşıyıcı olan kenelerin durumunun ve çevre koşullarının iyiden iyiye araştırılması gerekmektedir.
Ekolojinin değişmesi, yaşanan küresel ısınma, tarımda kullanılan zehirler, tarım ve hayvancılıkta ki son yıllarda yaşanan geriye gidiş, yurt dışından getirilen tarım ve hayvancılık mamulleri kullanılan hormonlar, yapısı ile oynanan tohumlar ilk akla gelenler arasındadır. Doğal dengeyi bozan bütün unsurlar mutlaka gözden geçirilmelidir.
Özellikle İsrail ve ABD hibrit tohum üretiminde en ileri ülkelerdir. Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) da denilen bitki çeşitleri ile ilk bakışta daha dayanıklı ve verimli bitkiler elde edildiği sanılmaktadır. Oysa binlerce yıldan beri süre gelen tabiatta ki çevre dengesi alt üst edilmektedir. Genetik olarak üretilmiş bitki polenleri, yabani türleri bozabildiği gibi, böcekler ve topraktaki organizmalar da bundan etkilenebilmektedir. Tabi bu durum ekolojinin bozulması ve hastalıklara davetiye çıkartmak anlamına gelir.
Gelelim hastalığa sebep olan mikroorganizmanın durumuna. Son yıllarda bazı ülkelerde ilerleyen genetik mühendisliği ile canlıların kalıtsal özelliklerinin değiştirilmekte, onlara yeni işlevler kazandırılmaktadır. Acaba mikrobun genetik yapısı mı değiştirilmiştir. Hatta Türk insanının yapısına daha çok tesir eder bir hale mi getirilmiştir. Bine yakın türü tespit edilmiş olan kenelerden hastalık mikrobunu taşıyan bu cinslerin orijini neresidir. Bunların hepsinin düşünülmesi ve araştırılması gerekmektedir.
İnsanımızın zihni acaba soruları ile meşgul olmuştur. Gizli veya açık olarak insanımız endişelidir. Yetkililer milleti rahatlatacak tedbirler almalı ve insanımıza gereken açıklamalar yapılmalıdır. Dünyanın süratle yeniden dikkate aldığı ekolojik tedbirler ve çevre bilinci meslek odaları, basın yayın yoluyla, devlet eliyle milletimize verilmelidir. Genetiği değiştirilmiş organizmalar pazar kaygısı ile değil halk ve çevre sağlığı açısından tamamen kontrol altında olmalıdır.
Bu tedbirler alınmaz ihmal edilirse yarın belki daha da zararlı ve bulaşıcı birçok hastalıkla karşılaşılması olağan olacaktır.