O halde on yıl önceki bu yazıyı bir kere daha okuyalım, kararı tekrar verelim…
Kilis ve Su Özlemi!...
Geçtiğimiz günlerde sevgili hemşerim Şevket Ayçin’den “Dünyada Kilis” bültenimizde yayınlanmak üzere bir güzel yazı aldım. O bültende, kısaca bahsetmiş olduğum bu güzel makaleyi aynen sütunlarıma alarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Suyun, canlıların en temel gereksinimi olduğunu hepimiz biliriz. Susuz bir yaşam düşünülemez bile; öyleyse su yaşamdır.
Tanpınar Hocamız, Bursa’ya duyduğu hayranlık ve sevgiyi anlattığı “ Bursa’da Zaman” şiirine,
Bursa’da bir eski cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su
Dizeleriyle başlar.
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa’da zaman
Dizeleriyle devam eder.
Belki de rüyası eski cetlerin
Beyaz bahçesinde su seslerinin
Dizeleriyle de şiiri bitirir. Şiirin bütününü incelediğimizde şairin, Bursa’ya duyduğu sevginin iki temel neden dayandığını görürüz. Bu nedenlerden birincisi; kentin özüne sinmiş olan Türk tarih ve kültürüdür. Özellikle Muradiye, Gümüşlü, Yeşil Türbe gibi tarihsel mekanlar adeta zamanı durdurmuş, yaratıldıkları dönemin özelliklerini yansıtan birer ayna işlevini üstlenmiştir. Bu da, şairimizin eski bir rüyayı yeniden yaşamasına ve mutlu olmasına yol açıyor.
O’nun Bursa’ya sevgisinin ikinci nedeni ise; kentte bulunan bol ve şifalı su kaynaklarıdır. Güvercin bakışlı sessizliğin egemen oldu cami avluları, bu avlulardaki suları şakır şakır akan şadırvanlar şairimizin Bursa’ya büyük bir sevgi ile bağlanmasını sağlıyor.
Su, canlılığın temel gereksinimi olduğu gibi, ekonomik faaliyetlerimizin de temel gereksinimi olarak çıkıyor karşımıza. Su olmadan sosyal ve ekonomik faaliyetlerin gerçekleştirilmesi düşünülemez bile. Öyleyse su, ekonomik üretkenlik ve zenginliktir.
Hastalıkların çoğunun, yetersiz ve sağlıksız su kaynaklarından ileri geldiğini biliyoruz. Temiz ve yeterli suya kavuşmuş insanların çok sağlıklı olmaları, bu gerçeği açıkça gösteriyor; öyleyse su sağlıktır.
Peki temizliğin yaşamımızdaki önemini görmezden gelebilir miyiz acaba? Suyun bu alanda da en önemli bir doğal kaynak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Su, hem temizdir hem de temizleyicidir. Örneğin süt temizdir ama temizleyici değildir. Su olmadan temizlik yapabilmeyi bugüne kadar kimse başaramamıştır. Gerek vücudumuzun; gerek fırın, lokanta, kasap dükkanı gibi besin maddelerinin satıldığı işyerlerimizin; gerekse evlerimizin ve sokaklarımızın temiz olabilmesi, ancak temiz ve yeterli suya kavuşmakla gerçekleşebilecek bir güzel düştür. Öyleyse su temizliktir.
Halkımızın dilindeki “ Su gibi aziz olasın” deyişi, suyun değerini pek güzel açıklıyor. Türk milleti olarak biz suyu hep sevmişizdir. Tarihimiz biraz da suyu arayan, onun peşinde koşan bir milletin tarihi değil midir? Büyük uygarlıklar kurabilmiş olmamızla su sevgimiz arasında doğru bir orantı var bence. Zira, tüm büyük uygarlıklar, suyun bol bulunduğu yerlerde gerçekleştirilmiştir. Öyleyse su uygarlıktır.
Türkiye’miz su zengini bir ülke değil. Ancak var olan su kaynaklarımızı akıllıca kullanabildiğimiz zaman su sıkıntısı çekmeden yaşayabileceğimiz kadar suyumuz var sanıyorum. Nüfusu bir çok ülkeden kalabalık olan İstanbul’un su sorununu çözümleyebilmiş olması, bu konuda güzel bir örnektir.
Üzüntüyle belirteyim ki, sevgili Kilis’imiz su konusunda hep problem yaşaya gelmiştir; hem de uzun yıllardan beri. Sudan yoksun kalmak, doğal olarak onun yaşantımıza sağladığı olanaklardan da yoksun kalmak değil midir?
Nüfusu yüz bini bile bulamayan sevgili kentimizin, böyle bir sorunla yaşaması, bu sorunu çözecek projeler üretememiş olmamız yadırganmayacak bir durum mudur? Susuzluğun çözümlenmesi zor bir sorun olduğunu düşünenlere kısa bir öykü anlatmak istiyorum:
Japonlar, taze balık etini çok sever, buldular mı da bayıla bayıla yerlermiş.
Gel görelim Japonya sahillerinde bol balık yokmuş, Japon balıkçılar da ne yapsınlar, büyük tekneler yaptırıp uzaklara açılmakta bulmuşlar çareyi.
Bulmuşlar ama, bu kez de dönüş yolculuğunda geçen süre uzamaya, balıkların tazeliği ve tadı kaçamaya başlamış. Dedim ya, Japonlar tazeliği kaçmış balık tadını sevmiyormuş.
Balıkçılar, bu kez teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlar. Ancak, Japon halkı dondurulmuş balık etine de rağbet göstermiyor, böyle donmuş balıklara fazla para ödemek istemiyorlarmış.
Durum böyle olunca, balıkçılar bu kez de teknelerine balık akvaryumu yaptırmışlar. Bu yolla balıkların satış noktalarına canlı canlı ulaştırılmasını amaçlamışlar. Ne var ki, sıkışık ve uyuşuk durumda günlerce yol alan balıkların tadı: diri, canlı, hareketli balıkların tadını vermiyor, halk bunları da satın almak istemiyormuş.
Şimdi balıkçıların yerine kendinizi koyarak halkınıza taze balık etini nasıl ulaştırabileceğinizi bir düşünün bakalım! Problemlerle karşılaşınca çözüm projesi üretemeyen yorgun ve yılgın kişilerin “ Canım, dondurulmuş ya da hareketsizlikten uyuşmuş balık da fena olmaz hani!” dediklerini duyar gibi oluyorum. Böylelerine hatırlatmak isterim ki, mutlu yarınlar, sorunlar karşısında yılgınlığa kapılıp pes edenlerin değil; akıllıca ve kararlı olarak projeler üretip çözüm yolunda çaba gösterenlerin hakkıdır.
Şimdi biz yine Japon balıkçılarının ne yaptığına bakalım. Bu sevimli insanlar gene pes etmemiş, karşılaştıkları problemi çözme yolunda çaba göstermiş, sonuçta başarıya ulaşmışlar. Nasıl mı? Söyleyeyim: teknelerdeki akvaryumların her birine birer küçük köpekbalığı atmışlar. Bu köpek balıkları, karınlarını doyurabilmek için akvaryumdaki diğer balıkları sürekli kovalayıp, onların dönüşe kadar hareketli ve zinde kalmalarını sağlamışlar. Gerçi bir miktar balık, bu köpekbalıklarınca yutulmuş ama yutulmaktan kurtulabilenler son derece hareketli ve canlı kalabilmiş.
Sonuçta, Japon halkı taze balığa kavuşmuş. Böylece hem balıkçılar hem e halk, yani herkes murada ermiş. Bizler de kerevetine mi çıkalım, yoksa beyinlerimize birer köpekbalığı atıp, Kilis’imizin su sorununu çözümleme yolunda nelere ulaşabileceğimizi görelim mi dersiniz? (Şevket Ayçin)
Nejat Taşkın