Hayber'in fethi; zuhuru ve yayılışında Yahudilerle Müslümanlar arasındaki münasebeti, en anlamlı bir şekilde ortaya koyan büyük bir tarihî olaydır. Bu fetihle Müslümanlar, ilk olarak bir ülkeyi İslam hâkimiyetine katmış oldular. Hayber'in fethi ile Resul-i Ekrem devrine ait Yahudi meselesi kapanmış oluyordu.
Yahudi fitnesi, İslam düşmanları içerisinde en başta gelir. Her ne kadar Resul-i Ekrem İslam'ın zuhuru ve yayılışında Mekke müşrikleriyle uğraşmışsa da, fitne çıkarmak, küfür güçleri bir araya toplamak, hile kurmak ve plan yapmak konusunda İslam'ın en şedit düşmanı Yahudiler olmuşlardır.
Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'in beyanatı ile de sabittir. Yahudiler, İslam'la başlıca üç şekilde savaşmışlardır:
1. Ehl-i küfürle işbirliği yaparak… Bunu Hendek Savaşı'nın hazırlanmasında, Hıristiyan Romalıların, Müslümanlar üzerine kışkırtılmasında ve bazı gayrimüslim Arap kabilelerin İslam'la mücadele etmek için tahrik edilmesinde açıkça görüyoruz.
2. Müslümanların içinde fitne ve karışıklık çıkararak… Bu durumu Uhud, Hendek, Tebük ve Mûte gibi savaşlarda çok açık olarak görüyoruz. Yahudiler, iç fitneyi oluşturmakta daha ziyade münafıkları kullanmışlardır.
3. Bizzat fiili olarak Müslümanlarla savaşa kalkarak… Bunun misali, Hendek Savaşı'nda görülmüş, Ben-i Kurayza Yahudilerinin, İslam ordusunu arkadan vuruşu ibretle müşahede edilmiştir.
Keza, Medine'de çıkardıkları fitne sonucu sürülen Ben-i Kaynuka ve Ben-i Nâdir gibi Yahudi kabileleri, Hayber şehrini merkezî üs olarak kabul etmişler ve Müslümanlara karşı fiili bir savaş hazırlığı başlatmışlardı. Bu kötü düşüncenin gereği olarak Bedevî Araplardan oluşan Gatafan kabilesi ile birleşip bir ordu tertip etmeyi ve bu ordu ile Medine üzerine yürümeyi planlıyorlardı. İşte Hayber Savaşı, bu tehlikeli planı engellemek için düzenlenmişti.
Yahudiler, bir yandan bazı kabilelerle birleşerek ordu kurmayı düşünürken, öte yandan gizli gizli münafıkların reisi ile buluşarak Müslümanları içten parçalamaya çalışıyorlardı.
Bunun yanında, Hıristiyan Bizans'ın desteğini temin ederek bütün küfrü, İslam'ın karşısında birleştirmeye çalışıyorlardı. Zaten, "Küfür tek millettir."
Burada önemli olan, Yahudilerin küfür ittifakının başını çekmiş olmalarıdır.
Bu gerçek, günümüzde de aynen böyledir. Günümüzde belki yer, zaman ve şahıslar değişmiş ancak senaryolar, art niyetler, menfur planlar, hakkı boğmak için yapılan gizli hesaplar değişmemiştir.
Maalesef bugün dünya beynelmilel Yahudiliğin (Siyonizm'in), bu insanlık celladı ideolojinin aleti yahut tahakküm vasıtası durumundadır.
Bugün insanlığı rahatsız eden birçok savaş yahut girişim mutlaka kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar sonucu oluşturulan ideolojik hesapların veya menfaat hesaplarının birer tezahürleri gibidir.
Dünyadaki güç dengeleri, bu dengelerin dünyayı nasıl parselledikleri, hususiyetle Ortadoğu'daki kargaşa incelendiğinde; Yahudi unsurunun fitnenin başını çektiği apaçık görülecektir.
Kur'an-ı Kerim'in lanetlemiş olduğu Yahudi kavminin kıyamete kadar fitne çıkaracağı beyan edilmiştir. Bu lanetleniş olayı, Kur'an'ın, Allah katından gönderilen bir mucize vahiy olduğuna delildir.
O halde, mü'minler günümüzde siyasî, ekonomik, sosyal vs. olayları tahlil ederken, bu hakikati hesaba katmak, buna göre tedbir almak zorundadırlar. Ayrıca, Allah Resulü'nün, düşmanlarına, hususiyle o zamanki Yahudilere karşı nasıl tedbirli ve uyanık bulunduğu ibretle incelenmeye değerdir.
Hayber Yahudileri Gatafan kabilesi ile işbirliği yapıp Medine üzerine yürümeyi düşünürken ve bu yolda hazırlıklarını devam ettirirken Resul-i Ekrem durumu tespit etmiş, bu tehlikeyi önlemek için Yahudilerle anlaşma yapmak maksadıyla Revaha oğlu Abdullah'ı Hayber'e göndermişti.
Ancak, Yahudiler, niyetleri kötü ve planları tehlikeli olduğundan, sulha yaklaşmamışlar; öte yandan, münafıkların reisi de Yahudileri savaşa teşvik etmişti.
Burada İslam'ın barışa ne kadar önem verdiğini, savaşlarda daima haklı olmak mantığını esas aldığını görüyoruz. Hayber iyice tetkik edilir ve savaşın çıkış sebepleri incelenirse, bunun bir müdafaa savaşı olduğu görülecektir.
Resul-i Ekrem'in Hayber'e, Hudeybiye barışından sonra yönelmesi de, cepheyi büyütmeme gayesine yöneliktir. Bu yol, mü'minlerin her zaman dikkat edecekleri bir esası ortaya koyar.
Hudeybiye ile müşriklerin güneyden gelebilecek tehlikesi, geçici bir zaman için de olsa önlenmişti. Bu müdahale, siyasî ve askerî bir firasetin eseriydi. Zaten, Resulûllah Efendimizin bütün işleri İlahî bir yönlendirme olmakla beraber biz mü'minlerin de alacağı nice ders ve hikmetlerle doludur.
İslam ordusu ilk adımda, Hayber'le Gatafan arasında "Raci" mevkiini tuttu. Böylece, iki düşmanın birleşmelerini engellemiş oldu. Münafıkların haberi üzerine Yahudiler, olaydan haberdar olup Gatafan kabilesini yardıma çağırmışlarsa da artık vakit geç olmuş, Raci mevkiinde yol Müslümanlarca kesilmişti.
Böylece, Gatafan kabilesi kuvvetleri korkuya kapılarak geri dönmüştü. Yahudiler ise yapayalnız savaşmayı kabul etmek zorunda kalmışlardı. Burada, harp komutanlığındaki eşsiz dehayı, ince taktiği müşahade ediyoruz.
Yine, Hz. Peygamberin engin siyaset ve uzak görüşlülüğünün bir neticesi olarak; Şam ticaret yolunu da bu fetihle açtığını görmekteyiz. Zira Arapların ana ticaret merkezi Şam olup, Yahudiler de Şam yolu üzerinde bulunmaları ve burada güç toplamaları hasebiyle, İslam'ın yayılıp güç bulmasında büyük tehlike oluşturacaklardı.
Hayber'in fethiyle Resulullah Efendimiz, ileride zuhur edecek olan böyle bir tıkanıklığa da meydan vermemiş oldular." (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmet-el lil Alemin eseri 2. ciltten derlenmiştir).