Nasreddin Hoca, kadılık yaparken birbirinden
şikâyetçi olan iki hasımı, ayrı zamanlarda uzun uzun dinlemiş. İkisine de:
– Haklısın, demiş.
Bu konuşmalara şahitlik eden eşi, bu işe çok
şaşırmış ve Hocaya sormuş:
– Senin kadılığında bir garip Hoca Efendi.
İkisine de sen haklısın dedin. Hiç öyle şey olur mu?
Nasreddin Hoca hanımının yüzüne bakıp:
– Hatun, demiş, sen de haklısın!
Son günlerde bu fıkra hiç aklımdan çıkmıyor. Neden mi?
Bilim çevrelerinde çok olağan olan tıbbi tartışmaları, son
günlerde sosyal medyada tüm halkın diline pelesenk etmesi hepimizin dikkatini
çekmiştir.
Bu noktaya nasıl geldik? Aşı karşıtı bir Hocamızı izliyorum.“Koronavirüs dışkı ile de bulaşır; ama bu
açıklanmadı” diyerek, bunu bir tutarsızlık olarak gündem ediyor. Açıklamalarda
“dışkı yolu bulaşma olmaz” dendi diyor. Sağlık Bakanlığı Koronavirüs kılavuzuna
baktığımızda bu yolla bulaşın nadir olduğu söyleniyor.
Hocamız haklı mı? Haklı!
Yapılan çalışmalarda fekal –oral yolla bulaş gösterilmemiş.
Ama virüs dışkıda izole edilmiş. Eğer siz sifonu iyi çekilmemiş bir lavaboya
girerseniz ve dışkının olduğu ortamda havayı solursanız, virüs size soluk yolu
ile bulaşır. Dolayısıyla özellikle umum tuvaletlerde maske kuralına daha da
dikkat etmek lazım. Yetmedi, sifonu alafranga tuvaletlerde kapağı kapalı iken
akıtmak lazım. Aksi halde sifon aerosol etkisi gösterebilir.
Şimdi ben kime yanlışsın diyeyim. İkisi de doğru. O zaman ne
yapılmalı. Bilim kurulu, aşı karşıtlarının da aşı taraftarlarının da tüm
kanaatlerini dinlemeli. Ve tek tek bu konular en doğru şekli ile kamu spotları
ile topluma aktarılmalıdır.
Ama bizim bilim kurul ne yapıyor. Aşı karşıtı ve aşı
taraftarlarının tabir caizse kavgalarını seyretmekle yetiniyor.
Başka bir örnek. Bir siyasetçi ile beraber devamlı basın
toplantısı düzenleyen bir Hocamız diyor ki:
“Koronavirüs ile
enfekte olanların % 99,98’si iyileşiyor, yani ölmüyor. Ölüm oranı sadece %
0,02. Çok abartılıyor. Bu oran düşük bir oran.”
Haklı mı? Haklı!
Neden mi? 2009 Domuz gribinde ölüm oranı % 04,53; Kırım
Kongo Kanamalı Ateşte ölüm oranı: % 4,6. Bu örnekler artırılabilir. Yani koronavirüs
nedeniyle gerçekleşen ölüm oranı, kırım kongo kanamalı ateşine göre yaklaşık
250 kat ve domuz gribine göre de 2,5 kat daha az. Durum böyle olunca Hocamıza
“haklısın” dememek elde mi? Hocamızın da ifade ettiği gibi, koronavirüs diğer
iki hastalığa göre daha az “ölümcül.”
Ama aşı taraftarı Hocalarımız da haklı.
İşte tam bu noktada “ölümlü” ile “ölümcül” ya da tıbbi ifadeleri
ile “fatalite” ve “mortalite” arasındaki farka dikkat çekmek lazım.
Fatalite hızı, “hastalıktan ölenlerin hasta olanlara
oranıdır”. Mortalite hızı ise “belirli bir hastalıktan ölenlerin genel nüfusa
oranıdır”.
Bir hastalığın tehlike ya da panik düzeyini belirlerken
sadece fatalite durumuna bakarsanız, yanılırsınız. Bu değerin yanında,
· Mortalite hızı,
· Atak hızı (hasta
olanlar/risk altındaki topluluk),
· Çoğalma hızı (R0:
Tamamen duyarlı bir toplulukta bir hastanın hastalık döneminde hastalık bulaştırdığı
insan sayısı) da dikkate alınmalıdır.
2009 verilerine göre; Türkiye’de 1.181 kırım kongo kanamalı
ateş vakası görülmüş ve bunların 54’ü ölmüş (Fatalite oranı: % 4,6).
Yine 2009 yılı verilerine göre domuz gribi Türkiye’de 27
vakada tespit edilmiş. Rakam düşük olduğu için Dünya Sağlık Örgütü verilerine
göre dünyada görülen vaka sayısını belirtmek istiyorum. 94.512 domuz gribi
vakası tespit edilmiş ve bu kişilerin 429’u ölmüş (Fatalite oranı: % 04,53).
Oran düşük ama domuz gribi görülen vaka sayısı, tüm dünyada
94.512 iken; koronavirüs vakası Türkiye’de 6,74 milyon, tüm dünyada 219 milyon.
Ve şu ana kadar dünyada direkt koronavirüs tanısı ile ölen insan sayısı 4,55
milyon. Şimdi siz karar verin hangisi daha çok ölümlü.
Demek ki, sadece “ölümcül” durumuna bakarsanız evet
koronavirüsten çok daha tehlikeli olan enfeksiyon etkenleri var. Ama “ölümlü”
durumuna bakarsanız. Şu an dünyadaki hastalığa karşı alarm düzeyi bırakın
yükseği, düşük bile.
Yine aynı Hocamız diyor ki:
“İlaç ve aşıların
ruhsatlandırılmadan önce Faz 0, 1, 2, 3 çalışmaları olmalı. Ve bu aşamaların
her biri 2-3 yıl sürer. Koronavirüs daha tespit edileli bile 2 yıl olmadı.”
Haklı mı? Kesinlikle haklı.
Faz çalışmalarında her aşamanın 2-3 yıl sürme sebebi, belli
bir zaman zorunluluğundan çok, belirlenen vaka sayılarının tamamlanmasıdır. Faz
0, deney hayvanları üzerinde yapılır. Faz 1 çalışmalarının 20-80, Faz 2
çalışmalarının 100-300, Faz 3 çalışmalarının 1000-3000 gönüllü üzerinde ve
genellikle çok merkezli, çok uluslu, randomize, çift-kör nitelikte yapılması
önerilir. Şu anki aşılarda tüm faz çalışmaları yapılmış ve yayınlanmıştır. Ama
vaka sayısı, pandemi dönemi dolayısıyla çok fazla olduğu için, gönüllü tespiti
çok kısa sürede olmuştur ve faz çalışma süreleri normalden çok kısa olmuştur.
Yine aynı Hocamız diyor ki “ürünlerin FDA, EMEA, NDA onayları yaklaşık 1-1,5 yıl sürer. Aşıların
onayı günler içinde yapıldı.”
Haklı mı? Kesinlikle haklı.
Hemen Hocamıza diyoruz. FDA’dan onay almış bazı ilaçlara
baktığınızda görürsünüz ki; özellikle yeni onkoloji ilaçları ve mevsimsel
çalışmalar için ‘Fast Track (hızlı geçiş)’- hızlı onay işlemi uygulanmış. Yani
hızlı onay işlemi ilk yapılan ürün koronavirüs aşısı değildir.
Yani herkes haklı, ama herkes madalyonun bir yüzünü
anlatıyor. Ama işte Bilim Kurulu, Sağlık Bakanlığı, Hükümetler, Devletler niçin
var? Bu kurumlar, tüm bilim çevrelerini dinlemeli. Ve bilime uygun olanı, bilim
şeffaflığı ile ortaya koymalı. Yetmedi, herkesin anlayacağı dilde, görsel kamu
spotları ile doğru olan tüm vatandaşlara anlatılmalıdır.
Bilim çevrelerinin
tartışması doğaldır. Fakat idarecilerin üzerine düşenleri eksik yapmaları asla…
Doç. Dr. Ali Bestami
Kepekçi