Bir önceki makalemizde Kutlu doğum haftası ve Mevlit Kandili vesilesiyle peygamber gerçeği üzerinde durmuş, Peygambersiz din olmayacağını anlatmaya çalışmıştık.
Dini emreden ve kurallarını koyan yüce Allah, din doğru
anlaşılsın diye, dini kimsenin şahsi kanaatlerine bırakmamıştır. Bu sebeple
peygamber olmadan dini ve Allah’ın muradını doğru anlamak imkansızdır.
Bu gerçek meydanda olduğu halde peygamberden sonra ilk
yapılan sapıklık; peygamberin sünnetleri ve hadisler üzerindeki tahribatla
başlamıştır. Bu gerçek asla göz ardı edilemez.
“Peygamberi gören herkese sahabedir, sahabe de seçilmiştir”
mantığıyla dine ilk nifak sokulmaya başlanmış, gerek peygamber döneminde gerek
peygamberden sonraki dönemde nifakları ile meşhur olanlar kaynak diye
gösterilmiştir.
Peygamberimiz kendinden sonra delalete düşülmeden doğru bir
hayat yaşamanın kaynağı olarak gösterdiği “Ehl-i Beyt’in” çıkar sahipleri
tarafından Peygamberimizin hemen vefatının ardından; ortadan kaldırılmaya
çalışılması, hadislerin çarpıtılması başlı başına bir sorundur.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız “Tevhidin Merkezi Ehli Beyt’tir”
çıkışıyla yalancıların mumları sönmeye başladı. Bazı aklı evveller, Sünnilik ve
Ehl-i Beyt arasında ara bir yol icat ettiler.
Farkında olarak ya da olmayarak öyle bir şer işe sebep
oldular ki. Bir yandan Fırka-i Naciye’yi bulmak uğruna ortaya konulan çabaları
baltaladılar. Bir yandan da bir fırka da kendileri oluşturarak delalette
kalanların yanlışta ısrarına sebep oldular.
Doğru tektir! Herkesin kendince doğruları kabul görmez.
Doğru olan ölçüyü koyma, seçme hakkına sahip olan yüce Allah’tır.
Yunus Emre doğruyu bulmak, nefisini terbiye etmek adına Taptuk
Emre’nin dergahına 40 sene taşıdığı yakacak odunlar arasında bir tek eğri odun
bile getirmemiştir.
Eğer İslam bilginleri, Yunus Emre’nin gösterdiği çabayı
gösterseydi. Kaynaklara eğri büğrü rivayetler yazmasaydı; İslam alemi bu
dağınıklık ve bu delalette olmazdı. Ama çıkar ilişkileri, sözde alimleri, Allah’ın
dinini çarpıtmaya bile sevk etmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın çileli hayatına sebep de bu
delaleti ortadan kaldırıp İslam ümmetini “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt”
çizgisinde buluşturmaktı. Onun tavrı hakikate âşık olmaktı.
Ne kadar zor ne kadar çileli de olsa doğruyu, masumu,
haklıyı bulup savunmaktan zevk alırdı rahmetli Hocamız. İşte bu sebeple “Hakka
hakikate adanmış bir ömür sürdü Haydar Hocamız”. Diyoruz haklı olarak… (Devam
edecek)
Uğur Kepekçi