Kafkasyadaki Savaş, Kimin Savaşı
Soğuk savaş döneminin sonlanmasıyla, ABD küresel hâkimiyeti eline geçirmek için projelerini uygulamaya başladı. Özellikle 11 Eylül saldırısından itibaren yayılmacılık politikasına sürat verdi. Son dönemde Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi ile dünya gündeminde yer alan ABD, bununla yetinecek değildi. Hedefinde enerji kaynaklarının yoğun olduğu Kafkasya da vardı.
ABD, küresel egemenliğe sahip olmak için petrol, doğalgaz bakımından zengin enerji havzalarını ele geçirmeyi hedeflemişti. Örnek olarak Irakı, Afganistanı gösterebiliriz. ABDnin barış, demokrasi, insan hakları diyerek yaptığı işgallerden sonra, bu sihirli kelimelerden muradının petrol ve doğal gaz olduğu kısa sürede anlaşılmıştır. Hedefe ulaşabilmesi için Kafkaslarda da hâkimiyetin kurulması gerekmektedir. Güney Kafkasya da ABD Gürcistanla bir yakınlaşma kurmuş, bu topraklara askerlerini de konuşlandırmıştır.
Amerikanın, Ortadoğudaki hedefine ulaşmasında en büyük engel İran Devleti, Kafkasyadaki hedefine ulaşmasındaki en büyük engeli de Rusya Devletidir. İrana açıktan kafa tutmakta ve dünya kamuoyu önünde onu yalnız bırakmaya çalışarak pasifize etmeye çalışmaktadır. Bir taraftan da açıktan olmasa da gizliden gizliye Rusyanın etrafını sararak Rusyanın bölgedeki gücünü azaltmaya çalışmakta ve onu da devre dışı bırakmaya çalışmaktadır. İşte Güney Osetya üzerinden yaşanan gerilimin, hatta savaşın sebebi budur. Savaşın tarafları her ne kadar Rusya ve Gürcistan görülse de, asıl savaşan taraflar Rusya ve Amerikadır. Güney Osetyadaki gerilim üzerinden Rusyanın refleksi ölçülmeye çalışılmıştır.
Bölgesindeki gelişmeleri yakından takip eden Rusya bir refleks süratinde gelişmelere hemen müdahale etmiştir. Rusyanın cevabı Amerikanın bu bölgede işinin hayli zor olduğunu da göstermektedir.
Gelelim Türkiyenin uygulamakta olduğu politikaya. Maalesef tartışmasız, hesapsız kitapsız Amerikanın yanından yer alınmıştır. AKP hükümeti ilk günden beri Amerikayı stratejik ortak olarak kabul etmekte ve sayın başbakan Tayyip Erdoğan BOPun eşbaşkanı olduğunu bizzat kendi ağzından deklare etmektedir. Elbette, Amerika politikasını sürdürürken, kendisi politikasına destek verecek siyasilerle işbirliğini de ihmal etmemektedir. Uluslar arası politikalarda her devlet kuzu değildir. Hele içinde bulunduğumuz, coğrafya cadı kazanı gibi kaynamaktadır. Sınırlarının değiştirilmesini kabul etmeyen devletler kendi aralarında birlik kurma, dayanışma yoluna gitmektedir. Son dönemde Rusya ve İranın yakınlaşması bu kabildendir. Türkiyenin uygulayacağı yanlış bir politika ülke olarak bizi hiç istemediğimiz bir tablonun mahkûmu yapabilir.
Türkiyenin yapması gereken birilerinin adına hareket etmek değildir. Kendi devlet politikasını harekete geçirmesidir. Kafkasyada olması gereken devlet politikamız ne olmalıydı. Bu konuda SSCB ile 1921'den itibaren ilişkilerini donduran Türkiye, ulu önder Atatürk'ün, 29 Ekim 1933'te Ankara Palas Otel'de, Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarında; "Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır; manevi köprülerini sağlam kurarak, dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeliyiz." öngörüsünde bulunmuştur.
Maalesef Türkiye bu öngörüyü görmezden geldiği yetmiyormuş gibi, bir başkası adına taşeronluk yapmaktadır. Güya telefon diplomasisi ile arabulucuk yapılması bir tiyatrodan başka bir şey de değildir. Umarız, uygulanan dıştan güdümlü taraflı dış politika, ülke olarak başımızı belaya koymaz.