Türkiye her zaman olduğu gibi yine kritik bir gündemle haftaya başladı. Maalesef ülkemiz için istikrarlı bir dönem öngörülmüyor. Sabahın ilk haberlerinde güneydoğu bölgesindeki bazı belediyelere kayyum atandığı ajanslara düştü. Bu haber ile açıklanan enflasyon rakamları gölgede kaldı. Enflasyon sadece bir rakamdan ibaret değil; piyasalarda durgunluk hâkim, işler bıçak gibi kesilmiş durumda. Hükümet ise enflasyonu düşürmeye odaklandığını belirterek, maalesef yalnızca tribünlere oynuyor. Sorun sadece enflasyonu düşürmek değil, aynı zamanda halkın geçim koşullarını da iyileştirmektir. Ancak hükümet, bu konuda da uzun vadeli bir çözüm sunmaktan ziyade günü kurtarmaya çalışıyor. Pazara çıkıp bakıldığında, insanların alışveriş yapamadığı, esnafın siftahsız dükkân kapattığı, işçi, memur ve emeklinin geçim sıkıntısı içinde olduğu açıkça görülüyor. Vatandaşın ana gündemi geçim derdi olmuş durumda.
Özgür ve bağımsız bir ülkenin halkı, mali sıkıntılar yaşamamalıdır. Halk, geçim sıkıntısından kurtulmalı ki sanata, edebiyata, bilimsel araştırmalara ve akademik çalışmalara zaman ayırabilsin. Ebu Hanife'nin "Bir soğana muhtaç olsaydım, bir mesele bile çözemezdim" dediği rivayet edilir. Ülkemizin yer altı ve yer üstü kaynakları var; toprağımız, güneşimiz, suyumuz var. Bu kadar zenginliğe rağmen mali sıkıntılar yaşanıyor olması gerçekten düşündürücü. Cumhuriyetin ilk yıllarında da ekonomide ciddi krizler vardı. Bu, savaş sonrası zor bir dönemdi. Osmanlı Devleti'nin borçlarının üçte ikisi Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilmişti ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu borçları ödemeyi taahhüt etti. Savaş yorgunu, ekonomik sıkıntılar içindeki bir ülke olarak bu borçları öderken bir yandan da ülkenin imarı için çaba gösterildi. Atatürk bu zorluklara rağmen ekonomiyi toparlamayı başardı. Ancak bugün geldiğimiz noktada, ekonominin sürekli açık verdiğini, paramızın değer kaybettiğini görüyoruz. Maalesef ülkeyi yöneten irade, ekonomi yönetiminden uzak bir anlayışla hareket ediyor. Ekonomi, dış borçlarla ayakta tutulmaya çalışılıyor, ancak bu borçların faizlerini dahi ödemekte zorlanıyoruz. Ekonomik sorunlar derinleşirken, hükümetin bu sorunları çözme kapasitesine sahip olması gerekiyor. Fakat görüyoruz ki gündem sürekli farklı konularla saptırılıyor.
Hükümetin gündeminde belediye, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Bu seçimlerde yine başarı elde etmek istiyorlar. Bu nedenle ülke genelinde algı yönetimine ağırlık veriliyor. Örneğin, son dönemde Sayın Bahçeli'nin "Apo Meclis'e gelsin" söylemi ve kayyum atamaları bu kapsamda ele alınabilir. Bahçeli’nin terör örgütü liderine yönelik ifadeleri, Kürt vatandaşlarımızı kazanmak yerine terörist başını muhatap almaya yönelik bir söylemdir. Bu, akıl ve mantıkla açıklanamayacak bir durumdur. Tüm bu söylemler ve olaylar, kısa bir zaman dilimi içerisinde arka arkaya gerçekleştirilerek su bulandırılıp, bulanık suda balık avlamaya çalışılıyor. Bu kadar zıt ve çelişkili gelişmeler tam bir tezat barındırıyor. Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllar önce (2013) yaptığı bir konuşma, Türkiye’deki siyasi gelişmeler ve terörle ilgili çarpıcı tespitler içeriyor. Konuşmasında, Amerika’nın çıkarlarını korumak için yerel unsurları kullanmaya başladığını ve Apo’yu bir kurtarıcı olarak öne sürdüğünü belirtiyor. Ancak Kürtlerin sağlam bir millet olduğunu, Türk boyundan geldiğini ve bu tür manipülasyonlara alet olmaması gerektiğini vurguluyor. Haydar Baş, Türkiye’nin geleceği için dostluk, kardeşlik, ilim ve insanlıkla hareket edilmesi gerektiğini, silah ve şiddetin bu sorunlara çözüm olamayacağını söylüyor. Konuşmada ayrıca, toplumdaki birlik ve beraberliğin önemini vurguluyor. Apo’nun ve bazı siyasi liderlerin bu durumu “birlik çağrısı” olarak gösterme çabaları ise, Haydar Baş tarafından fitne ve bölücülük olarak değerlendiriliyor. Bugün de hükümet, geçmişte olduğu gibi, benzer politikalarla terörü teşvik edici bir tutum sergilemektedir. BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın, Bahçeli’nin Apo açıklaması karşısında "Bu açıklama teröre davetiye çıkarmaktır," sözleriyle belirttiği gibi, terörle mücadele yerine terörü teşvik eden bir yaklaşımın sergilendiği ifade etmiştir.
Belediyelere kayyum atanması konusu, son seçimlerde neredeyse rutin hale geldi ve bu uygulama yanlıştır. Yüksek Seçim Kurulu’na, adalete ve hukuka sesleniyorum: Eğer bir kişinin adaylık öncesi cürmü varsa, seçilmesinden sonra görevden alınması söz konusu olacaksa, o kişinin aday olmasına izin vermeyin. Bu durum, toplumda gerginliğe sebep oluyor, milletin huzurunu bozuyor. Hukukun dışına çıkanlara gereken yapılmalı; ancak geçmişteki olayları gündeme getirerek seçilmiş bir başkanı görevden el çektirmek provokatörlere meydan açmaktadır. Biz, bir ve beraber olmayı, bu dayanışmayı sağlayacak projeler ortaya koymak zorundayız. Ekonomik kalkınma, krizleri atlatma ve hedeflerimizi bu şekilde gerçekleştirebiliriz. Ancak görülüyor ki bu çaba MHP ile olmuyor, CHP ile olmuyor, AKP ile olmuyor. Son dönemde yaşadıklarımıza bakar mısınız? MHP’nin attığı pası AK parti oyuna dahil ediyor. Ardandan CHP güya topu elime geçirdim diyerek, DEM’in peşine takılıyor. Ardından kendi kendinin kalesine gol atarak marjinalleşiyor. Büyük resme baktığımızda milletin birliğini ve devletin bekasını Türkiye’nin sorunlarını uzun süredir gören, bunlara karşı çözüm paketleri sunan Prof. Dr. Haydar Baş’ın BTP’si bugün Hüseyin Baş ve ekibi aynı çizgide, halkın refahı için çalışmaya devam ediyor.
Şunu özellikle belirtmek istiyorum: Milli Ekonomi Modelini uygulamadan, Sosyal Devlet ve Milli Devlet anlayışını hayata geçirmeden, insanımızın geçim sıkıntısını çözmeden başarıya ulaşamayız. Halkımızın insanca bir yaşam sürmesi, çoluk çocuğuna karşı mahcup olmadan, yalnızca geçim değil, tatil, seyahat, sanat ve bilim yapma gibi imkanlara da sahip olması gerekiyor. Kitap alıp okuyabilmeli, sanata yönelebilmeli, bu imkanlar sağlanmalı. O zaman kardeşlik ve birlik beraberlik husule gelecektir. İşte tüm bunlar ancak BTP’nin projeleriyle gerçekleşebilir.