Ülkemizdeki acının düşmediği hiçbir aile kalmamıştır herhalde. Depremden 13 – 14 milyonun yaşadığı bir bölge etkilendi. Türk insanı ve her zaman olduğu gibi “insanın acısı neredeyse canı oradadır” misali tek vücut olmayı başardı. Tüm Türkiye şu anda gerçekten birbiriyle yarışırcasına o bölgeye yardım göndermeye çalışıyor. Bu işin güzel tarafı. Gelelim madalyonun diğer tarafına. AFAD, ülkemizde şu anda mevcut yönetmeliklere göre afetlerle mücadelede tek yetkili kuruluş. AFAD yardım etmek için çabalayan insanlarla, mağdur vatandaşlarımızın arasında ne kadar köprü olabildi?
AFAD Beklentilere Cevap Veremedi
Bir kere şunu kabul etmek lazım. Bu yaşanılan afet gerçekten tahmin edilebilecek afet senaryolarından öte bir durum oldu. Ama tamamı deprem kuşağında olan bir ülke olarak gerek AFAD yapılanmasını gerek hakkımızdaki bilinçlenmeyi bu düzeyde yapabildik mi?
Sanırım ana sorun burada.
AFAD deyince benim aklıma hep okullarda veya devlet kurumlarında yaptığı eğitimler geliyor. Bu eğitim ve seminerlerin ana mantığına baktığımız zaman ise daha çok deprem olduğunda nasıl pozisyon alacağız (Çök-Kapan-Tutun) ya da deprem çantası gibi konuların öncelikli olduğunu görmekteyiz. Çantaya konulacak düdük ile diyelim ki; göçük altında kalanlar seslerini duyurdular. Bu çözüm olacak mıydı?
Son yaşadığımız afette bölgede birçok ses gelen enkaza müdahale edilemediğini çok iyi biliyoruz. 100 saati aşkın süreler sonra bile canlı olarak çıkarılan vatandaşlarımızın olduğunu biliyoruz. Ama ne yazık ki; mucize diyeceğimiz bu kurtuluşlar parmakla sayılacak kadar az. Eğer biz ilk 24 saatte gerekli müdahaleyi yapabilse idik; ne kadar çok canı kurtarabilirdik? Kim bilir?
Zifiri Karanlıkta Kurtarma Çalışması
Habertürk’ten Mehmet Akif Ersoy’un “bölgede jeneratörlerin olmadığını, yapılan çalışmaların canlı yayın yapan televizyon kameralarının ışığı altında gerçekleştiğini” belirttiğini hemen hatırlayalım isterseniz.
Yine Ersoy’un, "Yıkılan binaların yüzde 100'ünde çalışma var diyemeyiz. Şehir merkezi içerisinde çalışma olan yerlerin sayısı olmayanlara göre daha az. Çalışma olmayanların sayısı daha fazla" ifadeleri de kafamıza kazınmış idi. Zaten ilçeler ve köyler için bu durum daha da vahim.
Milli Futbolcu Gökhan Zan’ın “Burası Hatay, enkazların başında kimse yok. Yardıma kimse gelmeyecek mi? Hatay’ı kaderine bıraktınız!” cümleleri de kulaklarımızda çınlıyor.
Hani biz pozisyon alacaktık, düdük çalınca yardım gelecek bizi kurtaracaktı!
Sanırım biz daha kurduğumuz yanlış mantık ile baştan kaybetmişiz zaten. Fay hatları üzerinde kurulmuş bir ülke olarak “depremle yaşamayı bir yaşam tarzı haline getirmek” yerine hep pansuman tedbirler alır olmuşuz.
Vatandaşımız “yıkılan binalardan birini ben kiralayacak idim, “bu binanın temelinde sorun var, kiralama” dediler. Ben başka bir yerden ev tuttum. Aksi halde ben de göçük altında kalacak idim” diyor. Şimdi ben diyorum ki; ya bu vatandaşımızın duyduğu “bu binada sorun var ifadelerini” hiçbir idareci duymadı mı? Bir kusur var deniliyorsa bu binada nasıl insanlar yaşıyor? Niçin hiçbir yönetici gidip bu binayı mühürlememiş? İlla deprem mi olması lazım, gerçeklerin görülmesi için.
Yine tek tek akademisyenlerimizin isimlerini saymaya gerek yok, ama gerek sosyal medyada gerek televizyonlarda eski videoları yayınlanıyor. Yer bilimci Hocalarımız direkt Kahramanmaraş Pazarcık merkezli deprem olacak diye neredeyse 4-5 yıldır avazları çıktığı kadar bağırmışlar, yetkililere raporlar sunmuşlar. Ama biz bu kadar sürede ne tedbir almışız? Kaç binayı yenilemişiz? Kaç binayı incelemişiz? Ya da bölgeye afet sonrası kullanılmak üzere hangi ekipmanları depolamışız?
Deprem Vergisi
1999 Marmara depremi sonrası kalıcı hale geldiği için “deprem vergisi” diye bilinen özel iletişim vergisinde (ÖİV) 2000-2022 döneminde toplam 87 milyar 998,6 milyon liralık tahsilat gerçekleşmiş. Dr. Ozan Bingöl’ün ortalama dolar kuru ile yaptığı hesaplamaya göre bugünkü parasal değeri 720 milyar 219 milyon lira. Dönemin Bakanı Mehmet Şimşek’in “deprem paraları ne oldu?” sorusuna “duble yollara gidiyor, demiryollarına, havayollarına, çiftçimize, eğitime gidiyor.” cevabını hepimiz hatırlıyoruz.
Yollar Kullanacak İnsanlar Varsa Değerlidir
Mevcut hükümetin hep yaptığı köprü ve yollarla övündüğünü hepimiz biliyoruz. Son yıllarda bir “Kanal İstanbul Projesi.” Biz bu yol, köprü ya da sözüm ona mega proje Kanal İstanbul projesine kullanacak para ile ülkemizi baştan sona depreme dayalı yapılarla donatırız.
Bakınız Yer Bilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan ne diyor: “Bir yapının sağlam yapılması 1 birime çıkıyorsa, o yapının depremle göçmesinin ülkeye maliyeti 36 kattır.”
Gelin aklımıza başımıza alalım; kendi öz kaynaklarımızla, kendi mühendislerimizle, bize makus kader gibi gösterilen duruma hayır diyelim!
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / @dralibestami