Dünya büyük bir değişim geçiriyor ve Uluslararası ilişkiler
yeniden şekilleniyor. Yaşadığımız çağı “göçler çağı” olarak adlandıran Castles
ve Miller (2003), “Uluslararası göç,
dünyanın her yerinde siyaseti ve toplumları yeniden şekillendiren ulus-aşırı
bir devrimin parçasıdır.” demektedir(1).
Detaylı bir göç araştırmasından sonra bu söze katılmamak
elde değil. O zaman bize düşen dünya siyasetine yön veren “Göç hareketlerinde”
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin son yıllarda kullandığı
şekli ile “küresel insan hareketliliği” nde ülke olarak “edilgen” değil,
“etkin” olmaktır.
Dünya toplu durumunda kendi rolünü belirleyemeyen aktörler,
başkalarının kendileri için yazdığı rolü oynamak zorundadırlar, görüşümüzü daha
önce ifade etmiş idik.
Dünyada ilk kez Küreselleşme ifadesini kullanan Sosyolog
Roland Robertson, küreselleşmeyi "dünyanın
küçülmesi" (comression) olarak tanımlar. “Küreselleşmeni modernliğin bir sonucu olmadığını, aksine modernliğin
yayılmasına katkıda bulunduğunu” belirtir. “Küreselleşme olgusunun merkezinde, batının olduğu bir tek tipleştirme
"modernite'nin evrensel ölçüde yayılması" olduğunu ifade eder
(2).
Küreselleşmenin bu şekilde kabul edilmesi, küreselleşmenin
aslında uluslararası burjuvazinin, uluslararası proleteryaya (toplumun
çoğunluğunu oluşturan halk sınıfı) karşı bir sınıf mücadelesi olduğunun
ilanıdır. Yani küreselleşme ulus-ötesi şirketlerin bir sömürü şeklidir. Bu
konuda da göç politikası güçlü ve etkin bir silahtır.
Prof. Dr. Haydar Baş, küreselleşmeyi, “Günümüzün dünya dengelerine yön veren en önemli akımdır.” şeklinde
tanımlayarak, “Globalizmin siyasi,
ekonomik, hukuki vs. sahaları etkileyen özellikleri olduğu gibi; misyonerlik
faaliyetleri ile kültürleri ve sosyal hayatı da kuşatan boyutu vardır.” Demiştir
(3).
Bir devlete bağlı olmanın sonucu olarak verilen haklar
yerine, insan olma sıfatı ile hak sahibi olunan “küresel” bir yurttaşlık
hedeflendiği ifade edilmektedir (4). İnsan olmadan kaynaklanan haklar esastır.
Bu anlayış, yurttaşlığın sınırlar arası hareketliliğinin engellenmemesi gereken
bir haklar bütünü olduğunu söylemektedir. Bunlar hep kulağa hoş gelmekle
birlikte, uygulamada hep çifte standartlar, farklı yaklaşımlar görülmektedir.
Sözüm ona “eşitlik, demokrasi söylemi” sömürü, asimilasyon, kültürsüzleştirme,
yozlaştırma aracı olarak kullanılmaktadır.
Küresel egemenlikten bahseden büyük devletler, denetim
altına aldıkları az gelişmiş ülkelere, dışsatıma dayalı kalkınma modelleri,
serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme programları, korumacı yasaların
kaldırılmasını ve devletin küçülmesini önerdiler; ama kendi ülkelerinde bunları
yapmıyorlar (5).
Unutmayalım; bireyi yaşadığı ülkeye bağlayan öğelerin,
vatandaşlık gibi resmi ilişkileri düzenleyen yasalardan daha çok, o ülkedeki toplumsal,
ekonomik, kültürel, vb. somut ilişki biçimleri olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır.
Küreselleşme ile eskiden hüküm süren zaman-mekan
ilişkilerini aşan bir zaman-mekan birlikteliği söz konusudur. Göçün özellikle
“uluslararası göçün” küreselleşmenin hem nedeni hem de sonucu olduğunu ifade
etmek yanlış olmaz.
Bu şartlar altında dünyanın her yerinde, uluslararası
ekonomik sistemin bir parçası olan devletler, artık karar verici değil, başka
yerlerde alınmış kararların uygulayıcısı konumuna gelmektedirler. “Tanımlanmış sınırları içindeki iktisadi
faaliyetleri kontrol edemeyen ve düzenleyemeyen devletlerin kurumlarının
erozyona uğradığı, otorite ve meşruiyetlerinin sarsıldığı” bilimsel
makalelerde ifade edilmiştir(6,7). Ama ne var ki, çözüm ortaya konulamamıştır.
Tüm ülkelerin kendi ayakları üzerinde durabilecekleri bir modeli; Prof. Dr.
Haydar Baş Milli Ekonomi Modeli ile ortaya koymuştur.
Kural koyuculardan, yani büyük devletlerden ABD’nin Neoconservatism
(Yeni muhafazakarlık) olarak tanımladığı akımın temeli 1960’lara dayanır. Fikir
babası Leo Strauss, “liberalizm toplumu
parçalayarak çürümeye terk ettiğini ve bu anlamda toplumu birleştirici bir
gücün gerekliliğini” savunur. Çözümün “toplumu
tek bir güç olarak birleştirmek olduğunu” ve bunun ““şer güçlere” karşı ABD’nin savaşması ile sağlanacağını” ifade
eder. Strauss’a göre “böylece hem toplum,
hem devlet ortak bir hedefte birleşecek, bu birliği sağlayacaktır”(8). Kazanılan
dinamizm ile, ABD dünyaya hakim olacak, yeni bir düzen kuracaktır. İşte
küreselleşme ve bu amaçla tüm dünyaya “eşitlik” dağıtma söylemi bu yeni düzeni
kurma çabalarından başka bir şey değildir.
Büyük Ortadoğu Projesi ve bu bölgedeki inanılmaz göç
hareketliliği, Yeni Muhafazakarlık akımının hedeflerine ulaşmak için kullandığı
argümanlardan sadece birisidir.
Bölgedeki güçlü, söz sahibi, bölge ülkeleri ile bir ve
beraber olan Türkiye, anacak bu projelere engel olabilir. Bu da ancak her zaman“Türkiye’yi kainat devleti yapmak” ülküsünü
şiar edinmiş II. Kuvay–ı Miliye’nin önderi Ebedi Genel Başkanımız Prof. Dr.
Haydar Baş’ın ortaya koyduğu projelerle ve modellerle mümkündür.
Bu modelin uygulanması da, “Babasının bastığı yerlere ayak basarak yürüdüğünü” sık sık ifade
eden ve “Ben Babamın hayallerini
gerçekleştirmek için buradayım. Madem bu görev bana verildi. Bu görevi dava
edindim. O zaman malımı, canımı, davam uğruna feda etmek zorunda olduğumu
hissediyorum.” diyen BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın önderliğinde
mümkündür.
Kaynaklar:
1. Castles,
Stephen. "Towards a sociology of forced migration and social
transformation." sociology 37.1 (2003): 13-34.
2. Globalization:
Social Theory and Global Culture, 1972
3. Prof.
Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli Sosyal Devlet Milli Devlet, 1. Baskı,
İcmal Yayınları, İstanbul, 2018, s:460
4. Abadan-Unat,
N., Bitmeyen Göç-Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006
5. Prof.
Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli Sosyal Devlet Milli Devlet, 1. Baskı,
İcmal Yayınları, İstanbul, 2018, s:463
6. Ohmae,
K. 1995. The Evolving Global Economy: Making Sense of the New World Order.
Boston: Harvard Business
7. Wriston,
W. 1992. The Twilight of Sovereignty. New York: Charles Scribers and Sons
8. George,
Jim. "Leo Strauss, neoconservatism and US foreign policy: esoteric
Nihilism and the Bush doctrine." International Politics 42.2
(2005): 174-202