1961 Anayasası ve hemen ardından Federal Almanya ile yapılan
antlaşma ile başlayan dış göçün etkilerinin bazılarını geçen yazımızda konuşmuş
idik. Göç edenler penceresinden bakarsak, özellikle ikinci kuşaktan itibaren
girişimci Türkler olmuş, hatta siyasal meclislere giren Türkler bile olmuştur.
Bu göçün olumlu yönleridir.
Almanya Hükümeti, göçmen işçi akımının başından itibaren hep
dernekleşme faaliyetlerini desteklemiştir. Uzun vadede bu örgütlenme
hareketlerinin giderek belli etnik grupların ayrışmasına ve bir kısmının
radikalleşmesine yol açtığını gözlemliyoruz. Almanya’nın bu destekleme ile bu
dernekler üzerinden kaynak ülkeyi manipüle etmeyi amaçladığını anlıyoruz. Ve
yine Avrupa üzerinden İslam Temelli oluşumların “Batı tarzı şekillendirilmesi”
amaçlanmıştır. Bu süreçte dinlerarası diyalog ve siyasal islamın oluşmasında
desteklenen dernekler, ciddi roller almıştır.
Alman Mahkemesi, “Milli Görüş” olarak bilinen “İslam
Cemaatleri ve Cemiyetleri Birliğini” 1998'de verdiği karara göre “inanç
konusunda bir görüş birliği” yarattığı gerekçesi ile İslamı temsil eden bir
kuruluş olarak tanımıştır. Berlin Kent Hükümetinin olaya itiraz etmesine
rağmen, üst mahkeme 23 Şubat 2000 tarihinde verilen kararla Milli Görüş
teşkilatına “Berlin okullarında zorunlu din dersleri verme yetkisi” vermiştir.
Bu kararla birlikte birliğin kiliseler örneğinde olduğu gibi devletten mali
destek alabilmesi sağlanmıştır. Hem okullarda, İslam denilince “Milli Görüş”ün
vaaz ettiği fikirler çocuklara öğretilmiş, hem de belli bir siyasal görüşü yansıtan
bu kuruluşun din yolu ile parasal açıdan da olağanüstü güçlenmesinin önü
açılmıştır.
Gerek Almanya’nın, gerekse Fransa’nın ulusal özelliklerinden
kopmuş Osmanlı geleneğine benzer dinsel temele dayalı gruplar oluşturmayı
amaçladığı, göçmen Müslümanlar üzerindeki faaliyetlerinden anlaşılmaktadır. Hep
“Türk” kimliğini ön plana çıkaran İslami cemaatleri engellerken, sözüm ona
“dini kimliğini” ön plana çıkaran cemaatleri desteklemişlerdir. Bilindiği gibi
Kaplan Hareketi Avrupa’da daha 1992’de kendini sözde “Türkiye İslam Cumhuriyeti
devlet başkanı” ve “Halife” olarak ilan etmişti.
Türklük değil “ümmet” ön plana çıkarılarak, Türkiye’nin
bugünlerinin alt yapısı Avrupa’daki göçmenler üzerinden kurgulanmıştır. İşte
bugünkü AKP iktidarı, Milli Görüş iktidarı önce Avrupa’da tasarlanmış, bu
fikirlerin ve ekonomik desteğin Avrupa’dan Türkiye’ye Türk göçmenler üzerinden
aktarılması sağlanmıştır.
Yani, Avrupa, kabul ettiği göçmenler üzerinden tüm dünyayı
olduğu gibi, Türkiye’yi manipüle etmiştir.
Ortadoğu’da güçlü bir Türkiye’nin oluşmaması ve dinlerarası
diyalog ana amaçtır. 15 Temmuz Kalkışması sonrası Almanya’ya iltica etmek
isteyen Fetö Örgütü üyelerini hatırlayalım. Almanya İçişleri Bakanı Maiziere,
15 Temmuz darbe girişimi sonrası Federal Göç ve Mülteci Dairesi’ne 615 kişi ve
ailelerinin Almanya'ya iltica başvurusu yaptığını söylemiş idi (https://www.bloomberght.com/haberler/haber/2045973-615-feto-cu-almanya-ya-iltica-basvurusu-yapti).
Zaten tarihi süreçte, Türkiye’de terör faaliyetlerinde
bulunan birçok örgütün merkezlerinin ya da yayın organlarının Avrupa’da
özellikle Almanya ve Fransa’da olduğunu, ya da üyelerinin bu ülkelere sığındığını
çok iyi biliyoruz.
Avrupa’da özellikle Balkanlarda asırlarca medeniyetin
oluşmasına önderlik etmiş Türklükle özdeşlemiş İslam medeniyeti, yani Ehl-i
Beyt anlayışını yaşamak bizleri bu manipülasyonlardan uzak tutacaktır.