Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 11.10.2001 tarihli yayımlanan yazısıdır
ABD'nin dünya kamuoyunu tatmin edici deliller ortaya koymamasına rağmen, tek suçlu olarak kabul ettiği bin Ladin'e ve El Kaide örgütüne karşı başlattığı yok etme operasyonu, genişleyerek devam etmektedir.
NATO müttefiklerinin ve AB'nin de desteğiyle dünyanın en fakir 5. ülkesi olan Afganistan'a yönelik savaş, teröre karşı aynı şekilde cevap verilen adeta "devletlerarası teröre" dönüşmüş durumdadır.
Zira, yapılacak harekata destek için halkın korunacağı garantisi verilirken, 2 gün içinde 35 sivil hayatını kaybetmiştir.
Geçilmesi zor dağlarda saklanan bin Ladin ve adamlarını bombalamak yerine, şehirlerdeki hiç bir stratejik değeri olmayan sivil yerleşim birimleri hedef alınmaktadır.
AB'nin Belçikalı sözcüsü, yapılan operasyonlarda sivil halkın da vurulabileceğini, bunun sonuçlarına ise teslim olmayan bin Ladin'in ve onu iade etmeyen Taliban'ın katlanacağını ifade ederek, bu rakamın daha da artacağının sinyallerini vermektedir.
ABD'nin ve müttefiklerinin başlattığı haksız saldırı bizim için şaşırtıcı değildir. zira Körfez savaşının başladığı günlerde, sivil halka zarar gelmeyeceğini açıklayan ABD yönetimi, 45 günlük operasyondan sonra, Irak halkından 250 bin sivil kayıp olduğunu, dönemin Genelkurmay Başkanı Colin Powell aracılığıyla yine kendisi açıklamıştı.
Rasgele bomba bırakıldığı gözlenen bin Ladin operasyonunda son olarak BM binası da bombalanmış, 4 BM yetkilisi hayatını kaybetmiştir.
Bu olaydan sonra, BM'in Afganistan temsilcisi sivillerin de hedef alındığını belirterek, sivillerin bulunduğu bölgelerde, askeri bölgelerin ayrımının iyi yapılması çağrısında bulundu.
Kendi askerlerini bile vurmaktan çekinmeyen ABD'nin bu tutumu "süper güç" idealini muhafaza için neleri feda edebileceğini göstermektedir.
Yıllardır hazırladığı tezlerle, lider ülke olma vasfının devamını sağlamaya uğraşan ABD, yeni dünya düzeninde bu konumunu fazla muhafaza edemeyeceğini anlamıştır.
ABD başkanlarından Jimmy Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı olan Brzesinski'nin asya üzerine hazırladığı "Büyük Satranç Oyunu" tezine göre, bozulan ahlaki yapısı ve sadece tüketime dayalı ABD kültürü ile liderlik vasfını sürdürebilmesi imkansızdır.
Global düzenin tek tip medeniyet anlayışına kanmayarak, kendi kültürünü muhafaza etmesini bilen ülkeler, teknolojik gelişimini de sağlayabilirse, ABD'ye rakiptir. Suudi Arabistan, İran, Çin gittikçe modernleşen ama batılılaşmayan devletlere örnektirler.
Brzesinski'nin bu tezine göre, Çin'in önderliğinde Rusya ve İran'ın da dahil olduğu bir ittifakın ABD'nin önderliğindeki mevcut global güç dengelerine rakip olacağı muhakkaktır.
Bu tür ittifakta, Çin'den, Ortadoğu'nun bir kısmını, Güneyden İran, Pakistan, Afganistan'ı da içine alarak, Rus sınırı boyunca uzanan geniş bir alanda hakimiyete yönelik savaşlar çıkacaktır.
ABD'nin Asya'daki rakibi olarak görülen bu ittifakın bozulması gerekmektedir. Huntington'un medeniyetler çatışması tezinde Konfüçyus Müslüman ilişkisinin Batı için tehlike olduğunu belirtmesi de bu sebepledir.
Ortaya atılan Asya tezi ve daha sonra gündeme gelen küreselleşme ile beraber düşünüldüğünde bugünkü savaşın esas sebebi de daha iyi anlaşılmaktadır.
Küreselleşme ile yeni dünya düzeninde liderlik iddiasındaki ABD, Asya'daki kültürlerine bağlı halkları etkileyememiştir. Ve burada kendisine rakip büyük teknolojilere sahip, farklı medeniyetler mevcuttur. Aralarında kurulacak böyle bir ittifakta bölgedeki liderliğinin sonu demektir.
Afganistan'a yapılan operasyon, işte bu yüzden yeterli delil olmamasına rağmen, ABD yönetimince meşru görülmektedir. Ve Afganistan ele geçirilirse, ABD Asya'daki rakiplerinin oyunlarını bozacak, daha sonraki operasyonları için ciddi bir üs kazanacaktır. Bu, bölgedeki liderliğini kesin olarak ilan etmesidir.
Batının ve özellikle ABD'nin, adeta birbirlerini öldürmekten zevk alan gladyatörler gibi, sonuçlarını hiç düşünmeden sivil halkı da hedef alan bu saldırıları, uyguladığı yayılmacı ve liderliğe dayalı politikasının gerçek yüzüdür.
ABD'nin teorisyenlerinden Brzesinski'nin de ifade ettiği gibi Çin Asya bölgesinde liderlik iddiasındadır. Bu durumda, dünya hakimiyeti için Asya'ya da hükmetmek isteyen ABD'ye karşı mutlaka mücadele edecektir.
Durum böyle olursa Afganistan'dan başlayarak, ABD ve Çin arasında terör bahanesiyle sonu gelmeyen bir savaş kaçınılmazdır.
Şayet Çin, siyasi ve iktisadi yönden bu coğrafyayı elde etmekte kararlıysa savaşın daha uzun süre devam edeceği ise muhakkaktır.
Burada kaybeden masum Müslüman halklar olacaktır. Eğer ABD inatla bu kararında ısrar ederse, son derece üstün teknolojik imkanlarına rağmen, Afganistan ABD'nin içinden çıkamayacağı bir bataklığa dönüşüp Sovyetler Birliği'nin kaderini yaşamaya mecbur kalabilir.
Belki de kendi son olacak. Masum insanlara yönelik bu saldırı ne hukuka, ne de adalete sığmamaktadır.
Yıllardır değişmeyen, özellikle Müslüman halklara karşı izlediği şiddete dayalı hakimiyet politikası ortadayken, medyamızda da, bin Ladin'e karşı ABD'nin haklılığını ispata uğraşan yanlı haberlere rastlanmaktadır.
Oysa Pakistan'da yayınlanan Ümmet Gazetesi'ne tekrar açıklamada bulunan Ladin, saldırıyı ABD içindeki güçlerin ya da Yahudi grupların düzenlediğini, olayla hiç bir ilişkisi olmadığını bir kez daha ifade etmiştir.
Masum kadın, çocuk ve diğer insanlara karşı izlenen cinayetlerin tasvip edilemeyeceğini, İslam dininin de bunu yasakladığını belirten Ladin, Sovyetlerden sonra ABD'nin kendine düşman aradığını ve bunun için İslam ümmetini, ümmetin içinden de ilk olarak Usame ve Taliban'ın seçildiğini belirtmiştir.
Operasyonda ABD'ye destek veren bir ülkenin gazetesinde çıkan bu tarafsız habere karşı Türk medyasının tavrı anlaşılamamaktadır.
Körfez savaşında milyarlarca dolar zarara sebep olan ABD'ye sadık müttefikimiz acaba bu savaşta nelere mal olacaktır?
Türkiye'nin gelinen noktada çıkarlarını çok iyi gözeterek ve hiç bir masum canı incitmeden hareket etmesi gerekmektedir.
Aksi halde olayın sorumluluğundan tarih boyunca kurtulmak mümkün olmayacaktır.