Âlemlere Rahmet, Hazreti Muhammed (sav) Efendimizin Mekkeden Medineye Hicreti; İnsanlık için önem arz etmektedir. Bu olay İslam âlemi tarafından hicri takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Birçok sır ve hikmeti içerisinde barındıran bu hadisenin her yönüyle tahlil edilip anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir. Öncelikle şunu kabul etmek lazımdır ki; Müslümana yakışır bir Hicri Yılbaşı kutlaması yapılmamaktadır. Özelliklede ülkemizde son zamanlarda adeta önemli Dini ve Milli günler hatırlanmak yerine, unutturulmaya çalışılmaktadır.
Önceki yıllarda; Hicri yılbaşlarında, Hicret hakkında milletimize gerekli şuur verilmeye çalışılırdı. Çeşitli etkinlikler düzenlenir, milletimiz de Hicret vesilesiyle; Muhammedi bir havaya bürünürdü. Maalesef, Hicri Yılbaşını AB dayatmalarıyla Allah katında tek din İslamdır ayeti hutbelerden çıkarılalı,(!) bu tip hadiseleri milletimize hatırlatacak etkinlikler yapılmamaktadır.
Hemen her şeyin adına, gün ya da haftalar tahsis edilirken, Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav ) Efendimizin adeta yeni bir çağ açan Hicreti, sıradan bir olay gibi geçiştirilmektedir. Bu kadar mühim bir olay; mutlaka Hicret Haftası olarak kutlanmalı, ilgililer de hafta boyunca Hicreti bütün yönleriyle halkımıza anlatmalıdır.
Sadece Hazreti Muhammed (sav) Efendimizin değil, hemen her Sahabenin Hicreti ayrı bir mana içermektedir. İnsanlığa mesaj veren yönleri mevcuttur.
Hicretin sır ve hikmetlerini hemen her Müslümanın kavraması gerekmektedir. Hicrete katılanların içinde bulunduğu şartlar ve katlandıkları fedakârlıklar anlaşıldığında, insanlığın onlara neler borçlu olduğu da anlaşılacaktır.
Hicret, kelime olarak bir yerden, başka bir yere göç etmek manasında kullanılmıştır. Ama bu göç, öğle sıradan bir göç değildir.
Bu göç ki; yolunu kaybetmiş insanlığa, yol göstermek için yola çıkılan bir göçtür.
Bu göç ki; cahiliye döneminin en karanlık halini, en aydınlık hale dönüştürmek üzere yola çıkılan bir göçtür.
Bu göç ki; anadan, babadan, yardan, evlattan, yurttan, maldan, mülkten, velhasıl sevdiğin her şeyi bırakıp sadece Allah rızasına ulaşmak için yola çıkılan bir göçtür.
Şimdi kendimize dönüp sormalıyız; Acaba Allah için biz bir şeylerden vaz geçip, Onun rızasına ne kadar Hicret edebiliyoruz?
Bırakın devletler aşırı, ya da memleketler aşırı yerlere göç etmeyi, günah işlenen bir odadan ya da meclisten, diğer bir yere ne kadar Hicret edebiliyoruz?
Sabahın soğuğunda, sıcak yataklarımızdan, sabah namazını kılmak üzere seccademizin üzerine ne kadar Hicret edebiliyoruz?
Hicret için mutlaka kendimize zaman ayırmak zorundayız. Nefislerimizin heva ve heveslerini bırakıp, Allahın rızasına kavuşacak, bir anlık da olsa, Hicret halini tatmak ve yaşamak bizlere ciddi bir muhasebe kapısını da aralayacaktır. O zaman anlayacağız ki; Dinimiz İslam, bize uğrunda ağır pahalar ödenerek, mallar ve canlar feda edilerek ulaştırılmıştır.
Selâm olsun, Muhacir ve Ensara!
UĞUR KEPEKÇİ