Göç insanlığın ilk varoluşundan beri mevcut olan ve bundan
sonraki dönemlerde de muhtemelen devam edecek olan çok önemli bir olgudur.
İnsanlık tarihinin başlamasından bu yana göç durumu
varlığını sürdürmektedir. Özellikle mülkiyet kavramının oluşmasıyla birlikte
insanlar sınırları belirlenmiş birbirinden ayrılan toprak parçalarında yaşamaya
başlamışlardır.
Vestfalya Antlaşması
(1648) uluslararası sistemde egemenliğin ortaya çıkışının başlangıcı olarak
görülmüştür. Vestfalya Antlaşması devlet egemenliği anlayışını, bir başka
ifadeyle, devletin siyasal bütünlüğü ve kendi toprakları ve halkı üzerindeki
mutlak otoritesini benimsemiştir. Vestfalya Antlaşması Avrupa’da Ulus-devlet
oluşumlarını hızlandırmıştır.
1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde
de herkesin bir vatandaşlığa hakkı olduğunu beyan edilmiştir.
Hükmedenin gücü altında sınırları belirlenmiş bölgenin
kurallarına uyarak yaşayan insanlar din, ırk, görüş gibi farklı konularda,
başka düşünür hale geldiklerinde kendi yaşadıkları ülkeleri terk edip,
kendilerine göre daha iyi ve daha özgür bir yerde yaşama isteği içerisine
girerler.
Son yıllardaki gelişmeler ile mülteci ve göçmenlik
21.Yüzyılın karmaşık olaylarından biri haline gelmiştir. Suriye iç savaşından
kaynaklı kitlesel göç hareketi ile birlikte daha fazla gündeme gelerek, göç
politikalarına yönelik sorunlar kendini daha fazla hissettirmiştir. Bir yandan
ulus devletin sınırlılıkları diğer yandan global küresel yapılanmaların
müdahalesi göçün sonuçlarının da çıkmazını ortaya koymaktadır. Türkiye özelinde
düşündüğümüzde, bir yandan ülke gerçekleri bir yandan Avrupa Birliği
müktesebatına uyum göç politikamızda ciddi tutarsızlıklara yol açmıştır.
Dünya üzerindeki mültecilerin varlığı ve yaşam koşulları ele
alınması gereken en insani konulardan biridir. Başta AB olmak üzere gelişmiş
batılı ülkelerin vaat etmelerine ve Türkiye ile uluslararası anlaşmalar
akdetmelerine rağmen sözlerini tutmayıp mültecilerin bütün maddi külfet
derinliği ve yarattıkları sosyal problemler ülkemizin üstüne yıkılmıştır.
Göç politikası, göç yönetiminin bir parçası olup iktidarın
ülkede ikamet eden yabancı vatandaşların seçimi kabulü yerleştirilmesi ve sınır
dışı edilmesi ile ilgili kanun yönetmelik idari işlem veya düzenlemeler yapmayı
ya da yapmamayı tercih ettiği durum olarak tanımlanmaktadır.
Göç politikaları, işgücü piyasası, sosyal hizmetler, dış
politika, ticaret, ekonomik kalkınma, entegrasyon, iltica, aile, düzensiz göç
gibi çeşitli alanları kapsayabilmektedir.
Göç iyi yönetildiği durumda göç alan, göç veren ülkeler ve
vatandaşları için ekonomik sosyal kültürel değerler oluşturarak olumlu sonuçlar
doğurabilmektedir. Aksi durumda göç kamu düzeni ve güvenliğini tehdit
oluşabilmektedir. Bu nedenle göçün etkin bir şekilde yönetilmesi ülkeler için önem
arz etmektedir.
Her bir insan parmak izinin birbirinden farklı olduğunu
hepimiz biliriz. Aynı şekilde farklı özellikleri taşıyan topluluklardaki
farklılıklar zenginliktir. Ama farklar bir “ayrılık” olarak görüldüğü zaman her
şey değişir, tılsım bozulur. Kayıtsız ve kitlesel göçler, işte bu tılsımı bozan
ana etkenlerdir.
Milli Göç
politikamızın olmaması, göç konusunda günü birlik politikalar geliştirilmesi
Türkiye’yi epeyce zor durumlara sokmuştur. Tarih boyu göç tecrübeleri edinmiş,
yüce bir milletin evlatları olarak, günümüzde hala AB müktesabatına göre
düzenlenen göç politikaları uygulamamız büyük bir aymazlıktır.
“Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
atasözünü hepimiz biliriz.
Biz de diyoruz ki: “Bana
göç politikanı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”