Bugün padişahların kullarım hitabından kurtulanların, efendiler hitabına kavuşmasına rağmen Cumhuriyete düşmanlıklar gösterdiklerini görmekteyiz.
Oysa Cumhuriyetten önce saltanat rejiminde ki Türkler çok sıkıntılar çekmekteydi. İstiklal Savaşı Gazisi Yakup Dede, “Bu ülkede, en rahat Ermeniler ve Rumlar yaşadı!
-Ticareti onlar yaptı
-Parayı onlar kazandı
Biz hep savaştık!
Açlıktan, hayvanların etini yemek zorunda kaldığımız zamanlarda! Ermeniler ayakkabılarını boyatmadan çarşıya, pazara inmezdi!” diye o günleri anlatmaktaydı. (@ErdogmusHakk)
Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık bu konuya şöyle bir örnek veriyor:
Delikanlı heyecanla ayağa kalkarak: “Harf devriminden sonra dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz” dedi!
Sordum, Yozgat’ın köyündenmiş. “Dedenin mezar taşı var mı?” dedim. “Yok” dedi.
“Bak delikanlı” dedim, “Senin köylü dedene mezar taşı dikmek Osmanlı’da kimsenin aklına gelmez idi. O hat işi mezar taşları Saray, çevresi, devşirme paşalar ya da mollalar içindir.
Anadolu köylüsünün çoğunun bırakın mezar taşı, mezar yeri dahi bilinmezdi. Kim bilir hangi cephede, hangi siperde can verip kefensiz defnedilirlerdi. İmparatorluğun askeri yükünü çekerdi onlar!..”
O Cumhuriyet ki, insanın kendi kendini yönetmesini öğretti. Türk kadını Cumhuriyet sayesinde dünyada ilk sıralarda seçme ve seçilme hakkını elde etti. İnsan yerine konulup değer buldu.
Hal böyle iken Cumhuriyete karşı çıkan kadınlarımızı gördükçe içim burkulur ve acırım onların hallerine...
Saltanatı din diye algılayan bu insanlara sormak istiyorum;
Atatürk'ün Cumhuriyet fikri ilk nerede konuşuldu?
Prof. Dr. Haydar Baş Hoşgeldin Atatürk eserinde meseleyi şöyle izah ediyor: “Atatürk üç gün boyunca Hacıbektaş’ta Cemalettin Çelebi’nin evinde misafir oldu. Yanlarına Cemalettin Çelebi’nin oğlu Hamdullah Efendi’den başka kimseyi almazlar. Atatürk ile Cemalettin Çelebi üç gece neler yapabileceklerini konuşurlar. Hamdullah Efendi de konuşulanları tek tek yazar. Atatürk oradan ayrılırken Cemalettin Çelebi “Atam Cumhuriyeti ne zaman kuruyoruz?” diye sorar. Cumhuriyet kelimesini duyan Atatürk heyecanlanır ve Cemalettin Çelebi’ye yaklaşarak “Aramızda kalmak şartıyla en yakın zamanda” cevabını verir. Cumhuriyetin ismi ilk olarak orada zikredilir.
Yine bu görüşme sırasında Atatürk, Cemalettin Çelebi’ye annesi Zübeyde Hanım’ın gördüğü bir rüyayı anlatır. Zübeyde Hanım’a rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ‘in altın tepsi içinde Kur’an ve kılıç getirdiğini söyleyince Cemalettin Çelebi, Atatürk’e, ‘Sen de rüyaya yat bakalım bugün. Yarın konuşalım’ der. Atatürk o gece rüyasında Deliktaş’a girdiğini ve kollarının dirseklerine kadar kanla dolduğunu görür ve sabah rüyasını Cemalettin Çelebi’ye anlatır. Cemalettin Çelebi rüyaları şu şekilde yorumlar: ‘Peygamberimizin getirdiği Kur’an annene, kılıç ise sanadır. Aslında o kılıç sana verilmiştir ama annenin sütü sana helal olduğu için onun duasıyla sana gelecektir, senin savaşacağının işaretidir. Deliktaş’a girince kollarının kanla dolması ise bu savaşın zaferle sonlanacağını gösterir. Zaferin mübarek olsun.’
Atatürk bu görüşme sonrası Hacıbektaş’tan ayrılmadan Cemalettin Çelebi ile birlikte Hacı Bektaş Veli Türbesi’ni ziyaret eder. Atatürk, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin kabrine kapanır ve Evladını önüme rehber eyledim. Meydana çıkıyorum. Yüzümü utandırma” diye dua eder. (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoşgeldin Atatürk, sayfa 211-212)
Onun için biz saltanatın din olmadığına inanır, Cumhuriyettin dini yaşamaya daha uygun olduğunu söyleriz.
Bunun için Atatürk’ü vatan, bayrak ve Türk milletinin birleştirici harcı sayarız.
Bu vesileyle yaklaşmakta olan Cumhuriyet Bayramınızı tebrik ederek, sizleri evlerinize, işyerlerinize ve arabalarınıza bayrak asmaya davet ediyorum. Eğer bizler bunu yapmaz isek, Prof. Dr. Haydar Baş’ın ifadesiyle başka ülkelerin askerleri gelir; bizim evimize, arabamıza ve işyerimize kendi bayraklarını asarlar.