Birçok tarih kitabında Türklerin Anadolu’ya göçlerinin
Malazgirt Savaşı (1071) ile başladığı görüşü hakimdir. Aslında tam olarak da
işin aslı bu değildir. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in ordusunda Peçenek,
Kuman (Kıpçak), Uz(Oğuz)’ların yanında Anadolu Türkmenlerinden oluşan birlikler
olunduğu bilinmektedir. Askerlik yönleri ile ön plana çıkmış Türkler, Bizans
İmparatorluğu ordusunda da önemli fonksiyonlar görmekte idiler.
Türk kavimlerinin Anadolu’ya göçleri 1071’den çok evvel
doğal ve siyasal koşullar altında başlamış, Türkmen aşiretlerinin yeni
topraklar aramasında Türkmen Beylerinin önemli rolü olmuştur.
Ahmed Yesevi Hazretlerinin Anadolu’ya gönderdiği 30 bin
Anadolu ereninin etkisi ile 1071-1242 yılları bu coğrafyaya İslam-Türk
damgasını vurmaları ile sonuçlanmıştır. Bu süreci Anadolu’ya göç eden Türklerle
Bizans mücadelesi olarak görmek yanlıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, Bizans
ordusunun da büyük bir çoğunluğunu Türkler oluşturmaktadır.
Türkmen, Oğuz gibi etnik kimlikler diğer kimliklerle
karışmış, eski isimler altında yeni gruplar ortaya çıkmıştır. Örneğin,
Alparslan’ın 1066’da veliahtı olarak tayin ettiği oğlu Melikşah İran’da hüküm
sürmüş ve Farsileşmiştir. Anadolu’da ise Türkler, Oğuz-Türkmen kimliklerini
korumuşlar ve Türk-İslam medeniyetini oluşturmuşlardır. Moğol baskısı, yeni
yurt ve güvenlik arayan Türkmen olan aşiretlerin daha rahat bir şekilde Batı
Anadolu’ya yerleşmelerine yol açmıştır. 13. Yy’da Hacı Bektaş Velinin
talebeleri, Orta Aya’da Ahmet Yesevi’nin yaptığı gibi İslam’ı halkın anlayacağı
bir dil ve görüş ile anlatmaya çalışmışlardır, yani İslamın esas olan boyutunu,
Ehl-i Beyt anlayışını yaymışlardır. Gönül fethini, askeri fetihten fazla
benimsemişlerdir. Bu zaten Ehl-i Beyt anlayışının esasıdır. Peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.a.)’nın ve yine Hz. Ali (a.s.)’ın yaklaşımı budur. Hemen bir
parantez açalım, günümüze gelelim. Bizleri Ehl-i Beyt ile hemhal eden değerli
Üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş’ın “İnsan gönüldür, gönül!” ifadesi tam olarak
da bu anlayışın günümüze iz düşümüdür.
Hacı Bektaş Velinin yetiştirdiği Ahiler, din ile sanat ve
ticareti bağdaştırarak İslamın bir yaşam tarzı olduğunu kendi hayatlarında
bizzat yaşayarak ortaya koymuşlardır. Bu süreç siyasi ve askerlik kabiliyetleri
ön planda olan, aynı ekolün yetiştirdiği liderlerin Osmanlı Beyliğini kurması
ile devam etmiştir. Osmanlı Beyliğinin büyüme ve yayılmaya başladığı dönemde
etnik kökenleri ne olursa olsun mensupları, üst kimlik olarak kendilerini
“Türk” olarak görmekte idiler. Neticede din, milliyeti tayin eden ana kıstas
olmuştur. Tarih boyu bu böyle olmuştur, birçok kişi aksini iddia etse de halen
de böyledir.
Şunu özellikle ifade etmek isterim. Savaşlar, silahlı
mücadeleler tarihe ciddi yön vermiştir. Ama aslında “tarihin yönünü belirleyen
savaşlar değil, göçlerdir” desek yanlış bir tespit yapmış olmayız. Savaşlar,
çatışmalar o bölgedeki insanların göçünü başlatması, hızlandırması açısından
önemlidir. Yani sınırları belirleyen, silahlar değil, kültürlerdir. Türklerin
gerek Anadolu’ya, gerekse Rumeli’ye hâkimiyetleri savaşlarla değil, gönül
fetihleri ile olmuştur. Anadolu'da bulunan Alperenler, Ahi teşkilatları, Abdal
teşkilatları, özet olarak Hacı Bektaş-ı Veli'nin talebeleri, Osmanlı'nın kuruluş
yıllarında dine hizmet maksadıyla görev yapmışlardır.
Osmanlı’nın genişleme alanı Bizans toprakları olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1478 yılına kadarki süreci anlatan
Aşıkpaşazade’nin yazdığı Osmanlı tarihinden de anlaşıldığı üzere, Bizans
Kalelerinin ele geçirilmesinde Batı Anadolu’da Müslüman yani Türklerden oluşan
nüfus fazlalığı olmasının, bu fazlalığı hafifletmek için Osmanlı idaresinin
Rumeli’ye doğru yayılmaya başlamasının etkisi görülmektedir.
Orhan Bey'in 1326 yılında Bursa’yı fethi ile Beylik artık
Devlet olma sürecine girmiştir. Devletleşme süreci başladıktan sonra,
Osmanlının genişlemesinde siyasi, dine hizmet ve ekonomik hedeflerin yanında
şahısların ihtiras ve korkularının da yeri olduğunu görürüz. Mesela Osman
Gazi’nin arkadaşları arasında Hristiyan savaşçılar (Mihaloğulları) da vardı.
Ama devlet yönetimi ve devlet teşkilatları, hep Türkler tarafından kurulmuş ve
yönetilmiştir. Ama ne zamana kadar? İmparatorluk döneminin başladığı
söylenebilecek II. Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar.
Bugünlük de bu kadar olsun. Kalın sağlıcakla.
Dr. Öğr. Üyesi Ali Bestami Kepekçi