Toplumsal Değerlerin Erozyonu: Sessiz Bir İşgalin Hikâyesi
Yaşadığımız toplumdaki ahlaki yozlaşma son günlerde ayyuka çıktı. Yaşanılan üzücü olaylar artık kapımıza dayandı. Hiç düşündünüz mü? Son günlerde yaşanan üzücü cinayetler ya da cinnet olaylarının failleri ile aynı toplumda yaşıyoruz. Aynı toplu taşıma araçlarına biniyor, aynı marketten alışveriş yapıyor, aynı okullarda okuyoruz. Peki biz millet olarak bu noktaya nasıl geldik ya da getirildik?
Hepimiz bundan tam 100 yıl önce kurtuluş savaşı yaşamız ecdadın torunlarıyız. O dönemde tankımız, tüfeğimiz, paramız, teknolojimiz belki yok idi: yokluklar içerisinde yedi düvelle mücadele ettik. Kurtuluş Savaşı sonrasında yapılan Lozan Antlaşması ile bağımsızlığımızı tescilledik. Mustafa Kemal Atatürk, bu antlaşmada ortaya koyduğu net bir ölçü ile “Müslüman Türk” kimliğine vurgu yapmış, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni üniter bir yapıya kavuşturmuştur. İşte bu nedenle BTP Ebedi Lideri Prof. Dr. Haydar Baş “Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur.” İfadelerini kullanmıştır.
“Su uyur düşman uyumaz misali” Mustafa Kemal, bu dünyadan göç ettiği günden beri yaşadığımız topraklarda gözü olanlar “Müslüman Türk” kimliği üzerine oynamışlar, bu bütünlüğü bozmaya çalışmışlardır.
Toplumların kendi aidiyetleri olan birtakım değerleri vardır. Bu aidiyet ve değerlere sahip olmak devlet ve millet olmanın birinci şartıdır. Devlet ve millet olarak hayatımızı ilelebet devam ettirmek istiyorsak, milleti millet yapan değerleri topluma öğretmek ve sevdirmek şarttır. Bu olmazsa olmazdır. Bu değerlerin başında o milletin medeniyeti gelir, kültürü gelir, dini gelir, örfü gelir, âdeti gelir, gelenekleri gelir. Bu batı içinde böyledir, bizim içinde böyledir, başka milletler içinde böyledir. Onun için her milletin kendi dininin, kültürünün, örfünün, âdetinin, medeniyetinin yaşandığı bir ortam aranır. Zaten o millet de o ortamı bulabilmek için, o vatan için mücadele eder. Yani bu değerlerin yaşandığı yere, vatan denir. Bu değerlerin olmadığı yer vatan olmaz.
Marshall yardımları ile başlayan kapitalizm kıskacı, sağ – sol kavgaları, alevi – sünni tartışmaları, dinler arası diyalog çalışmaları, mezhep meşreplerin siyasallaştırılması, PKK çatışmalarının hepsinde de amaç bahsettiğimiz bu değerlerin toplumda zayıflatılması ve “aidiyet” duygusunun yok edilmesidir. Prof. Dr. Haydar Baş liderliğinde Bağımsız Türkiye Partisi kadroları, işte bu nedenle başta dinler arası diyalog olmak üzere bu başlıkların hepsi ile mücadele vermiş, ülkemizin üniter yapısının bozulmaması için gayret göstermiştir.
Son günlerde üst üste gelen cinnet olayları da 20 yılı aşan AKP iktidarının uygulamalarının sonucudur desek abartmış olmayız. Mezhep meşreplerin siyasallaştırılması, din simsarlığı yapılması, milli ve manevi değerlerin içlerinin boşaltılması, çıkarılan kanun ve uygulamalarla toplumda adalet duygusunun yok edilmesi, vatandaşların “aidiyet” duygusunu ve gelecek için umutlarını kaybetmelerine yol açmıştır.
Yaşadığı vatana aidiyet hissetmeyen, gelecek adına hayal kuramayan kişiler için yaşam artık bir zindan olmaya başlamıştır. Millet olma vasfını kaybedince de artık, şeytanın bile aklına gelmeyecek yanlışlar toplumda “normal” olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Hani derler ya “toplumun çivisi düşmüş” her gelen gün geçen günü aratır hal almıştır.
Her yaşanan olay, vatandaşın devletine olan aidiyetini daha da azaltmaya başlamıştır. Vatandaşa “aidiyet” duygusunun kaybettirilmesi bilinçli bir sürecin devamıdır. Hedef devletimizin üniter yapısı, birlik ve beraberliğidir.
Uzun lafın kısası, ülkemiz sessizce, topsuz tüfeksiz işgal edilmektedir. Ayağımızın altından kayan vatan toprağıdır. Millet olma vasfını kaybetmiş insanların bir arada yaşadığı yer ne vatandır ne de devlettir.