18 Kasım 1918’de, Meclis-i Mebusan’da Trabzon Mebusu Hafız
Mehmet Bey yaptığı konuşmada:
“Birçok yerler işgal olunuyor ve Dışişleri Bakanı henüz
nerelerin işgal edildiğini bile bilmiyor.
…, yarın barış masasında acaba ne dereceye kadar haklarımızı
koruyabilecektir. Hükümetler mağlup olurlar fakat vatanın müdafaası sonunda bir
millet ölse bile namusu ile şerefi ile ölür.” diyerek işgal yıllarında İstanbul
Hükümetinin durumunu net olarak ortaya koyuyordu. (Hoş geldin Atatürk, Prof. Dr. Haydar
Baş)
İzmir’in işgalinden sonra, Anadolu’nun her köşesinde
mitingler düzenleniyor. Şehirlerin önde gelenleri telgraflarla tepkilerini
ortaya koyuyorlardı. Giresunluların Sadrazam’a gönderdikleri telgraftan kısa
bir alıntı:
“Senelerce serhadlerde dolaşan biz Türkler ipte değil,
süngüde can vermek için hazırız.
Semamızdan al bayrak alındığı gün zümrüt dağlarımıza
kanlarımızla bir al bayrak serilecek.” (Hoş geldin Atatürk, Prof. Dr. Haydar Baş)
Başka bir sahne:
1 Haziran 1921 günü camide vaaz eden İnebolu Müftüsü Ahmet
Hamdi kürsüden yüksek sesle, “Ey ahali, çarşıyı kapayın, camileri kapayın, haydi
peşime düşün” deyip camiden cüppesiz fırlayınca; camilerden, dükkanlardan çıkan
halkın konuştuğu; dükkan, kahve, mağaza kepenklerinin bir gürültü sağanağı
halinde kapandığı; hastası sağlamı, eli ayağı tutanın Müftü’nün peşine düşerek
tekbirler ve tehlillerle iskeleye gelen silah ve cephaneleri taşımak için
yalıya koştukları görüldü. (Hoş geldin Atatürk, Prof. Dr. Haydar Baş)
İstanbul Hükümetinin duruşu ve Anadolu’da halkın duruşu.
O günlerde Mustafa Kemal’in yaptığı da Anadolunun her
köşesinde işgale tepkisini gösteren halkın yaptığı ile aynı değil miydi?
Bu sahneleri görünce Mustafa Kemal’in neden “Atatürk” olduğunu,
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk milletinin özü” olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Demek ki Atatürk’ü sevenler ve Onun yanında yer alanlar bu milletin öz
evlatlarıdır. Ona karşı çıkanlar ise, o yıllarda Anadolunun hangi köşesinin
bile işgal edildiğini bilmeyecek kadar duyarsızlaşanların devamıdır.
Büyük Taarruzun ilk başladığı andan itibaren yanında olan ve
onun Kocatepe’deki halini anlatan yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor:
“28 Ağustos’ta bizim Kocatepe’deki topçu ateşimiz başladığı
zaman, Mustafa Kemal, “Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün,
Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade
etme” dedi. O anda gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü gördüm.”
Tam bu noktada Prof. Dr. Haydar Baş’ın 2019’da yayınladığı
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlama mesajından bir bölümü sunmak istiyorum:
“Bu büyük mücadele iki ordu arasında gerçekleşmiş olsa
da gerçekte iki medeniyetin çarpışmasıdır. Tevhit medeniyetiyle Teslis
medeniyetinin mücadelesidir. Dün Türk milletini esaret altına almak isteyen
güçler, maalesef bugün de vatanımıza ve milletimize yönelik benzer planlar
kurmaktadır. Bugün Türkiye'yi hedef alan planları, geçmişte olduğu gibi yine
milletimizin azmi ve kararlılığı boşa çıkaracaktır. Bu bağlamda sivil–asker ve
devlet-millet bütünlüğü, bu güçlü milli iradenin en önemli teminatıdır. Şuna
inancımız tamdır ki, yüce milletimizin bu azim ve kararlılığı, uluslararası
kongrelerde bilim adamları tarafından baş tacı edilen Sosyal Devlet–Milli
Devlet projesi ve Milli Ekonomi Modeli tezimizle bütünleştiği takdirde,
ülkemizin önünde aşılamayacak engel, milletimizin ulaşamayacağı zafer
yoktur."
Kurtuluş Savaşında BTP
Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın ifadesi ile “72 milletin buluştuğu bu coğrafya bir
siperde tek yürek, tek bilek savaşmayı başarmıştır.”
O gün nasıl yurt
içinde işgale sessiz kalanlar varsa, bugünde bu durumu tehlike olarak
görmeyenler mevcuttur. Vatandaş olarak bize düşen dün Anadoluda yaşayan
herkesin Mustafa Kemal’in çevresinde tek yürek, tek bilek olduğu gibi, bugün de
Milli Siyasetin temsilcilerinin çevresinde tek yürek, tek bilek toplanmaktır.
Hiç şüphesiz günümüzde Milli Siyasetin yegane temsilcisi Hüseyin Baş
liderliğinde BTP kadrolarıdır.