İster canlı, ister cansız, her varlığın yaratılma gayesi vardır. Yaratılma gayesi içerisinde davranış sergileyen her şey istenilen istikamet içerisinde devamlılığını sürdürür. Ancak bilinen bir şey de var ki gerek insanın sebep olduğu ve icat ettiği araç ve gereçlerin kullanılmasında, gerek insanın kendisi, çoğu zaman yaratılış sebeplerinin dışına çıkmakta ve beklenilen hayırlı neticeler elde edilememektedir.
İstenen ve beklenen güzel neticelerin elde edilebilmesi için belli hassasiyetlerin korunması şarttır. Mesela insanın faydasına ve kullanımına sunulan; en küçüğünden en büyüğüne, en basitinden en karmaşığına yapılan icatlar, kullanım hassasiyeti gerektiriyorsa kullanıcı bu hassasiyetlere uymadığı takdirde sahip olduğu bu araç ve gereçten istediği hizmeti göremez. Kullandığı ayakkabıdan tutun, bindiği arabasına kadar, aklınıza ne gelirse gelsin, bunların bir kullanma hassasiyeti vardır, dışına çıkıldığı takdirde ömrü uzun olmaz, kısa sürede kullanım dışına çıkar.
Yaratılmışların en mükemmeli ve yaratılan hemen her şeyin hizmetine sunulduğu insanın da yaşamını sürdürmesi için mutlak manada belli hassasiyetlerinin bulunması gerekmektedir. Bu hassasiyetler, onun ruh ve beden sağlığını temin edecek, yaşamını sağlıklı ve mutlu bir şekilde sürdürmesini sağlayacaktır.
İnsanın kendisinde bulunması gereken hassasiyetleri öncelikle bedeni ve sosyal hassasiyetler olarak iki kısma ayırırsak, bedeni hassasiyetleri; yemek içmek, giyinmek ve barınmak, sosyal hassasiyetler olarak da milli hassasiyetler, dini hassasiyetler diye sınıflandırmak mümkündür.
İnsanın bedeni hassasiyetleri o şahsı ilgilendirir ancak sosyal hassasiyetlerden milli ve dini hassasiyetler kişinin kendisini ilgilendirdiği gibi toplumu da ilgilendirmektedir.
Sadece ülkemizde değil dünya insanının hâline bakınca, genel bir hassasiyet bozulması görülmektedir. İnsanların hem bedeni, hem de sosyal hassasiyetlerini koruyamadıklarına şahit oluyoruz. Zaten, sosyal bünyede meydana gelen tahribatın boyutları her alanda rahatlılıkla görülmektedir.
Milletler eğer bugün kendi milli kimliğini, dini kimliğini, ahlaki değerlerini ve örfünü koruyamama noktasına gelmişse, bunda insanların bu hassasiyetlerini ihmal etmeleri yatmaktadır.
İnsanlık şunu asla aklından çıkarmamalı ki; kendi elleriyle, kendi ihmalleriyle kaybettikleri hassasiyetlerine kavuşmadıkları takdirde, ne ferdi ne de toplumsal refaha kavuşmaları mümkün değildir.
UĞUR KEPEKÇİ