Mi’rac mucizesini müşriklerin akılları bir türlü almıyordu.
Duyanlar arasında büyük bir şaşkınlık hakimdi. Mi’rac hakkındaki analizimizde
bu aşamayı da Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın şaheserinden aktarmaya devam
edelim:
Allah Resulü, Ümmühani Hatun'un evine dönüp Mi'rac olayını
anlatınca, Ümmühani; "Bunu halka açma; onlar seni yalanlarlar ve
üzerler" dedi. O da "Allah'a yemin olsun ki, bunu onlara
anlatacağım" diyerek, tebliğdeki kararlılığını gösterdiler.
Hemen, Kâbe'nin Hatim denilen yerine gitti ve müşriklere
İsrâ hadisesini anlattı; şaşırdılar.
Bu yolculuğun, deve ile en az iki ay sürmesi gerektiğini
söyleyerek inanmadılar. Gecenin kısa bir vaktinde böyle bir yolculuğun
gerçekleşmiş olması onlara göre mümkün değildi. Müşrikler; "Delilin
nedir?" diye sordular.
Ebu Cehil sokuldu; laf almaya çalıştı. Sonra bütün avenesini
toplayıp istihza ederek olayı Resûlullah’dan tekrar anlatmasını istedi. Allah
Resulü anlatınca da kimse inanmadı.
Allah Resûlü’ne ilk anda inanan sadece Hz. Ebubekir (radiyallahu
anhum) oldu.
Böylece "Sıddık" ünvanını aldı. Seksiz-şüphesiz
tasdik eden bir insan olmanın verdiği güvenle, "Vallahi, ben O'nu, bundan
daha uzak olanında, gece veya gündüzün herhangi bir saatinde kendisine semadan
haber geldiğini bana haber veriyor da ben her şeyimle tasdik ediyorum"
dedi ve çevrelerini saran müşriklerin havsalasını çatırdatmak için Allah Resûlü’ne
bazı sorular sordu.
Çevredekiler de Beytü'l-Makdis ile ilgili sorular
yönelttiler. Bütün sorulara verilen cevapların doğru olduğunu gördüklerinde,
şaşkınlıkları daha da arttı.
Kureys müşrikleri, ticaret yapıp dönen kafileyi sordular.
Allah Resulü, onları gördüğünü, hatta kaplarından su içtiğini haber verdi.
Kervandaki çobanların sayısına varıncaya kadar verdiği bütün bilgilerin doğru
olduğunu anladıklarında; "Bu, sadece bir sihirdir" demeye başladılar
ve nefisleri imanlarına mâni oldu.
Mi'rac hakkındaki birtakım soruların, bakış açılarına göre
değiştiği muhakkaktır. Bu arada İslam’ı, Batı kültürü standartlarına göre
değerlendiren şarkiyatçıların Mi'rac mucizesini akıllar üstü karakterinden
uzaklaştırmaya çalıştıkları bir gerçektir. Bu cümleden olarak, büyük
çoğunluktaki ulemâ kadrosunca kabul görmüş ve Müslümanların mânâ dünyasında
yerini almış Mi'rac mucizesinin zayıf rivayetler ve kavillerle bulandırılmaya
çalışıldığı da esefle müşahede edilmektedir. Bu meyanda, Mi’racın keyfiyetine
geçmeden önce, "Allah’ın mekânı var mı ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) O'nunla
görüşsün?" sualinin cevabını hülasa etmek uygun olur.
Cenab-ı Hakk'ın elbette mekânı yoktur. 0, mekânın mekânı,
zamanın da zamanıdır. Durum bu olunca, zamandan ve mekândan münezzeh olup, her
an hazır ve nazırdır. O hâlde, Cenab-ı Vacibu'l-Vücud'suz bir mekân ve zaman da
tahayyül edilemez. Ve O'na bir mekân da tahsis edilemez. Ancak Cenab-ı Hak, her
yerde her zaman, dilediği şekilde tecelli eder, kendini müşahede ettirir. O'nun
kendini dilediği mekânda müşahede ettirmesi, O'na mahsus bir mekânın olduğunu
değil, yukarıda belirttiğimiz ölçülerde olduğu gibi, sadece o mekânda varlığını
tecelli ile izhar etmesidir.
Mesela, Hz. Musa'ya Tur Dağı'nda, dağdan tecellisini
göstermesi ve yine Mukaddes Vadi' de ağaçtan tecelli edip O'nunla konuşması,
Cenab-ı Hakk’ın tecellisi için bir mekân seçmesi, O'na bir mekân tayin ve
tahsis etmeğe sebep olmaz. Hâl böyle olunca; Mi'rac'daki tecelli ile Fahr-i
Kâinat' in Cenab-ı Hak ile konuşmasında da Allah (c.c.) için bir mekân tahsisi
söz konusu değildir. (Prof. Dr. Haydar Baş / Rahmeten lil alemin Hz.
Muhammed(s.a.v.) /Genişletilmiş 17. Baskı /Sayfa 303-305)