Bir önceki makalemizde “dindarlaşmıyoruz demiştik” sonra da gerekçelerimizi sıralamıştık. Bu makalemizde de çözüm önerilerimizi sıralayacağız.
AKP iktidarından önce ülkemizdeki dindarlar gerçekten de çok sıkıntılar çektiler. Bir el önce bu ülkede birilerine sıkıntılar yaşattı; sonra da o sıkıntıdan kurtarmak için bir adres gösterdi. O adres üzerinden de bu milletin dini ve milli bütünlüğünü tahrip edecek işler yaptırdılar.
Normalleşme süreci diye yutturulan bu süreçte dindarlık adı altında, asıl olan değil de dinden uzak, sözde bir dindarlık olgusu aşılanmaya çalışıldı. Dinlerarası diyalog adı altında başlatılan ve medeniyetler ittifakı, ılımlı İslam gibi adlarla sürdürülen bu harekete içerden, dışardan verilen desteklerle hastalıklı bünyeyi büyütmek için herkes elinden geleni yaptı. Cemaatin başlattığı bu süreç AKP iktidarında sayısal olarak çoğalarak büyüdü. Bu yapının ve sağlıksız büyümenin adına da dindarlaşma dediler.
Her gördüğü şişkinliği büyüme zannedenler, sağlıksız büyümenin bir kanser belirtisi olduğunu göz ardı ettiler. Bu süreçte bir tek kutlu ses olarak Prof. Dr. Haydar Baş ve ekibi “bu sokaklar çıkmaz sokak, bu faaliyetin dinde yeri yoktur” diye haykırdı ve uyardı. İktidar sahipleri, maalesef uyarılara kulak vermeyip, tedavisi mümkün iken tedavi yerine kanseri azdırıcı işler yaparak organları kangren ettiler.
Devletin kurumlarına, medyaya, diyanete, camilere, cemaatlere varıncaya kadar yayılan kanser süratle yayıldı. Neredeyse devletin yapısı, çatısı çökme noktasına geldi. Milli ve dini bütünlüğümüz hiçbir devirde bu kadar yara almamıştı.
Madem hastalık kanser türü bir hastalıktır o zaman kanser tedavisi gibi bir tedavi uygulamak gerekmektedir.
Devletin yapısını düzeltmek için sağlıksız büyüyen kanserli unsurların, organların atılması gerekiyorsa, yapının tamamını kurtarmak için ondan vazgeçmelidir. Devletin bekası için hukuk kuralları çerçevesinde gereken temizlik ve tedavi hareketi yapılmalıdır.
Başbakan son günlerde ısrarla devlet içinde oluşan paralel devletten bahsediyor. Çetelerden bahsediyor. Bu iddia gerçekten de çok büyük ve önemli bir iddiadır. Devleti idare eden hükümetin Başbakanı herhalde bu ifadeleri “laf olsun torba dolsun” diye söyleyemez. Demek ki tehlike çok zararlı bir noktaya gelmiştir.
O zaman vatandaş olarak Başbakandan, paralel devlet ve çetelerin üzerine cesaretle gitmesini istemek, en doğal hakkımızdır. İktidar sahipleri, varlık sebepleri olan yolsuzluk ve rüşvet iddialarını çözüme kavuşturmanın yanında, mutlaka bahsettiği paralel devlet ve çeteler meselesini de çözüme kavuşturmalıdır. Bir hükümet bu kadar ciddi bir sorunla uzun süre varlığını sürdüremez. Ya çözecek ya da gidecektir.
Sayın Başbakanın paralel devlet iddiasına Hukukçu yazar İbrahim Berk çok farklı ve önemli bir tespitle katkıda bulundu. Sayın İbrahim Berk, hafta sonu Bursa’da gerçekleşen Milli Kahramanlarımız programında şu tespiti yaptı: “Sayın Başbakan, cemaatin paralel devlet yapılanmasından bahsettiniz. Bence ondan da önemlisi cemaatin paralel din yapılanmasıdır. Bu cemaat İslam’ın içine dinde yeri olamadığı halde ılımlı İslam fikrini monte etmiştir. Öncelikle bu yapıyı yok etmeniz lazımdır.”
Gerçekten de Allah katında tek ve hak din olan İslam’a 3 hak din fikriyatını soktular. Binlerce kilise evlerini açtılar. Bir tek Hristiyan ve Yahudi’nin yaşamadığı yerlerde bile harabe mabetler tamir edildi, ibadete açıldı. Gayri Müslümler, hiçbir yerde elde edemedikleri kadar haksız yere haklar elde ettiler. İktidarın gafletinden istifade eden cemaat, paralel devlet ve paralel din oluşumunu gerçekleştirdi.
Çözüm basit ve kolaydır. Gelinen noktadan geriye dönüp, bu noktaya gelirken atılan yanlış adımlardan vaz geçmektir. Yani paralel devlet ya da paralel din anlayışının yapı taşlarını cemaatle birlikte koyan iktidar, bu yapıyı da yine kendi eliyle yıkması gerekmektedir. Normalleşme süreci o zaman gerçekleşmiş olacaktır.
Uğur Kepekçi / 4 Ocak 2014