Rabbin aciz kulu ile başlayan diyalog serüveni doludizgin yol almaya devam etmektedir. Bildiğiniz gibi Ramazanla birlikte meşhur diyalog yemekleri gene milletimizin gündemini meşgul etmeye başladı. Bu vesileyle papazlar, hahamlar istedikleri mesajları Türk milletine bandıra bandıra sunmaktadır.
Prof. Dr. Haydar Baş rabbin aciz kulunun şahsında; milletimizi ayıktırmak istemişti, sanki bugünleri görürcesine.
Prof. Dr. Haydar Baş / 6 ŞUBAT 1998 tarihinde Fetullah Gülene gönderdiği tarihi mektupta iftar yemekleriyle alakalı bakın nelere değinmişti:
Basında ve kamuoyunda müşahede ettiğimiz daha büyük bir yanlış ise, Hıristiyan din öncüleriyle yakınlıklar kurulması, karşılıklı dostluk mesajları gönderilmesi ve bu yolda birlik-beraberlik, işbirliği, iyi niyet havasının verilmek istenmesidir.
Hatta son günlerde çıkan bir haberden takip ettiğimize göre bir iftar sofrasında bir Hıristiyan temsilciye dua ettiriliyor. Temsilci duasında teknik bir şekilde Allah Resulünü tanımadığını ifade ediyor. "Ortak yanımız Allah-u Ekber'dir. Allah-u Ekber diyelim" diyor. Şimdi soruyorum; "Muhammed'ür Rasûlullah" demeden, gerçek manada Allah-u Ekber demek nasıl mümkün olur?
Belli ki bu demagojidir. Bu şahıs, muharref İncil'e dayalı teslis inancını taşıyan ve Kur'an-ı Kerim'de şirk olduğu ifade edilen Hıristiyanlığı cazip ve meşru göstermek maksadındadır. Güya iki din arasında ortak bir taraf bulunuyor ve bu basın yoluyla kamuoyuna arz ediliyor. Hâlbuki küfür olan Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur. Küfür ile hak, karanlık ile aydınlık nasıl ortak cihet taşıyabilir? Kaldı ki küfürde olanların duası makbul olmadığı gibi, böyle bir duayı meşru ve faziletli saymak da itikadı açıdan tehlikelidir. Bilindiği gibi itikadı konular son derece büyük bir önemi haizdir. Küçük bir açı farkı, vahim neticeler doğurabilir. Sizden sâdır olan küçük bir açı farkı, topluma genişleyerek yansır. Hıristiyanlarla tesis edilmiş gibi görünen samimiyet bağı, muhabbet havası ola ki, gençliğe "Hıristiyan da olunabilir" kanaatini verirse, bu hatanın tamiri mümkün olamaz. Kimse de bu vebali kaldıramaz. Bütün bunlar sizin malumunuzdur.
Çok iyi biliniz ki, 'kelime-i tevhid' ancak nübüvvetle tamamlanır. Allah Resulünü inkâr edenler, "Allah-u Ekber" kelimesinde nasıl samimi olabilirler? Biz Hıristiyan veya diğer din mensuplarıyla görüşülmesin, irtibat kurulmasın demiyoruz. Ancak onlarla olan ilgi ve irtibat, Hakk'ı ketmetmemek ve açıkça söylemek şartıyla meşrudur. Yani tebliğ esastır.
Nitekim Allah Resulünün o devrin Hıristiyanlarla olan görüşme ve münasebetleri, tam bir tebliğ örneği ve hakkın beyanı şeklinde cereyan etmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de Al-i İmran suresinin ilk seksen ayetini ve Meryem suresini ibretle inceleyiniz! İstirham ederim.
Bakınız ilgili ayetler;
Al-i İmran (1-8,18-32, 35-37, 42-51, 53-62, 62-64, 79-80, 85-86) ve Meryem (21-25).
Bakınız, şu ayet Hıristiyanlar hakkında inmiştir; ''De ki: Allah'a ve Resulüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki, Allah kâfirleri sevmez." (Al-i İmran-32). "Andolsun 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler kâfir olmuşlardır." (Maide-73)
"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler." (Al-i İmran-28).Kaldı ki haham ve papazlarla işbirliği ihtiyacı nereden çıkmaktadır? Kimin için, neye ve kime karşı bir ve beraber olunacaktır? Ancak ilhad fikri ve ateizm öldüğüne göre bu taviz, bu tahribat, bu zillet nedendir?
Bu tutum insanlara Hıristiyanlığı normal ve meşru kabul etme hissiyatını verir ki, gençliğimiz, teknolojik üstünlüğü elinde tutan Hıristiyan dünyasına, Hıristiyanlık dinine meylederlerse bu vebali kim taşıyabilir?
Önceki akşam İstanbulda Neve Şalom Sinagogunun altındaki kültür merkezi tipik bir iftar tiyatrosuna daha sahne oldu. Hahamlar, imamlar, valiler, emniyet camiası, belediye başkanları iftar yemeğinde bir araya geldiler. Birbirlerine, değme nağmeler döktürdüler. Özellikle de Hahambaşı İshak Halevanın sözleri dikkat çekiciydi: "Bu ilahi müzik eşliğinde beraberce Hz. İbrahimin torunları olarak duayla yemeğe başladık ve yemeği el ele, gönül gönüle sevgi dolu bakışlarla yedik. Eminim Allahın istediği tablo budur"
Mademki konu dinimizle alakalıdır. Ramazan, oruç, iftar gibi konularda da yine o dinin kitabı ve peygamberinin görüşlerine müracaat etmek zorundayız. Çünkü dinin vaaz edicisi, kural koyucusu; bizzat Allahın Kendisidir.
İslam dinini kabul etmeyen ve dolayısıyla Allaha asi gelmekle dindeki hükmü kâfir olan birinin ifadesine bakın: Eminim Allahın istediği tablo budur
Nisa suresi 140, Ayeti Kerimede; Allah size Kitab (Kur'an)da: "Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. Buyrulmuştur. Allahın istediği tablo Hak din İslama dönülmesidir
Sözlerimizden düşmanlık asla anlaşılmamalı. Allah Kuran-ı Kerimde açıkça hükmü koymuşken De ki: Ey kâfirler. Sizin taptıklarınıza ben tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. (Kafirun 1-6)
Oynanan bu tiyatro neyin nesidir
UĞUR KEPEKÇİ