Kilis' imizin tarihi eserlerinden biri de tarihi Masmanadır.
1800 yıllarında İpek yolundan geçen kervansarayı olan ve arazisi epeyce büyük
olan bu konut develerle gelen ticaret adamlarına konaklama amacıyla yapılmış.
Daha sonra da sabun imal edilen ve zeytin yağı çıkartılan bugünün fabrikası
adıyla Masmana uzun yıllar halkın sabun ve zeytin yağı ihtiyaçlarını
karşılamış.
Soyadımızın kaynağı olan Masmanayı dedelerimiz satın almış.
Yarım asıra yakın bir zaman işletmeciliğini yapmışlar. Dedemin dedesi mali bir
kriz sonucu Masmanayı bir ermeniye satmış. Ermeni ölünce hiçbir varisini
bulamamışlar. Bu durumda Masmana devlet hazinesine girmiş.
Çocukluk yıllarımdan beri yıllara meydan okuyan Masmana
bizim sokaktadır.
Devlet bakması ve beklemesi için masmanaya bir kadın bekçi
vermiş. Adı Hamide olan bu sevimli kadın Masmanada yalnız yaşardı. Kimi kimsesi
yoktu. Biz O' na Hame Teyze derdik. Bazen komşulara oturmaya gelirdi. Komşular
da O' nu ailelerinden biriymiş gibi benimsemiş ve sevmişlerdi. Ben O' nu
ilkokul yıllarımda yakından tanıdım.
Okulumuz yaz tatiline girmişti. Yaz tatilim güzel geçiyordu.
Annem sokağa çıkma izini verince mahalleden arkadaşlarla Masmananın tarihi
odalarında geziniyor, saklambaç bazen de seksek oynuyorduk. Mahallenin oğlanları da masmananın avlusuna
kireç taşı ile çizdikleri kalelerde uyduruk bir lastik topla Cimbom- Sarı
kanarya maçı yapıyorlardı. Hakem taraf tuttuğunda Yılmaz' ın yakasına
yapışıyorlar, küfürü basıyorlardı. O zaman Hame teyze onları kovuyordu
masmanadan.
Gitmeyince de " O zaman akıllı akıllı oynayın ses
etmeyin başım şişti " deyince ,
Kırmızıgilin oğlu Ahmet : " Oğlum, gelin uzun eşşek ya da çelik - çomak oynayalım" derdi. Onda da anlaşamaz,
kavga ederlerdi.
Sınıf arkadaşlarımdan bazıları denize gitmişlerdi. Ben henüz
denizi yakından bile görmemiştim. Yurttaşlık Bilgisi dersimizde öğretmenimiz
bize yurdumuzun denizlerini harita üzerinde göstermişti, kartpostallardan
denizleri görüyordum, bir de kitaplarda…
O zamanlarda televizyonunuz da yoktu. Bazen babam bizi Ebe
Hanım' ın yazlık sinemasına götürürdü. O filimlerde de denizi görürdük. O
sahneleri de adeta göre göre ezberlemiştim.
Ya Denizin kenarında Kartal Tibet ile Hülya Koçyiğit el ele
koşarlar… deniz dalga dalgadır... ya da,
Filiz Akın ile İzzet Günay ağır çekimde birbirine doğru, uzayda koşar gibi aheste aheste koşar, birbirine
sarılırlar ve kavuşurlar..
Biz de denizde değil
de Kilis ' imizin o zamanlar en güzel mesire yeri olan Akpınar’a Pazar günleri, ailece ve bazen komşularımızla babamın
kiraladığı at arabasına biner, estire estire, Kilis 'imizin türkülerini
söyleyerek, ayaklarımızı arabadan sarkıtarak sallaya sallaya Zümrüt yeşili üzüm
bağlarının , gelin gibi üstü beyaz çiçekli zeytin ağaçlarının arasından uzayıp
giden tozlu ve daracık toprak yoldan,
şarkılar ve Kilis ' imizin türkülerini taaaa.,. Akpınar’a gidinceye
kadar hep beraber koro halinde büyük bir keyifle söylerdik...
" Yoğurt koydum dolaba..ellere vayyy..
Böyün( bugün ) başım
kalaba... böyün başım kalaba ..ellere vayyy...."
Aha ben gidiyorum , ellere vayyy..
Kilis kalsın haraba ... Kilis kalsın haraba..
Ellere vayyyy... "
Arabadakilerden biri ;
" Kuru Kastelli
akmıyor,
Hah... !hah.. ! hah..
! nanayyyy...
Yar yüzüme bakmıyor...
Hah.. ! hah... ! hah ! na ... nayyy...
Bir deste Gül kokladım....
Hah ! hah ! hah! na... nay !
Yârim gibi kokmuyor...Diye tutturunca, biz de türkünün
arkasını getirirdik...
Arada bir çibik çalar (alkış tutar) zılgıtlar çalardık… seybananın
(piknik ) en keyifli anlarıydı at arabasıyla gidiş ve eve dönüş.
Hame Teyze' yi düşmesin diye arabanın ortasına bağdaş
kurdurup oturturduk.
Akpınar' a gelince gürül gürül akan suyun şelale gibi
akışını seyretmek, buz gibi sularına paçalarımızı dizimize kadar sıyırarak suya girerdik. Tam
suyun karşısındaki büyük dut ağacının koyu gölgesine şalları serer yanımızda
götürdüğümüz gazocağının üstüne çaydanlığı koyar, kahvaltıyı hazırlamaya
başlardık. .
O Akpınarın kendine has mavi çiçekli, aromalı kokan
otlarının, mosmor Alibardak çiçeklerinin olduğu çimler üzerine serdiğiniz yer sofrasındaki
kahvaltılıkları iştahla yer, her birimiz bir yana dağılırdık. Babamla abilerim
ocağın altına odun parçaları, çal çırpı toplamak için hem çevreyi gezinir hem
de orada karşılaştıkları ahbapları ile bir yerlerde oturup sohbet ederlerdi.
Hame teyze' nin
görevi de annemin evde yıkayıp temizlediği kelleyi kuzu kazanına( iki
kulplu büyük bakır kazan )koyup odun ateşinde kelleyi pişirmekti. Biz suda
hoplayıp zıplarken annemle yengem ve komşumuz ve amcazademiz Ali Masmanacı’nın
eşi Türkan teyze, ablalarım, arkadaşı Güler abla çevreyi dolaşmaya çıkmışlardı.
Bizde ileride amcam kızları ile gölet haline gelmiş suda birbirimize sular
atarak şakalaşıyorduk.
Suda oynamaktan suyun içine yatıp yüzmek istermiş gibi suda
çırpınmaktan sırılsıklam olmuştuk. Amcam kızı Asiye ve Nurdan da çok
ıslanmışlardı. Annelerimizin çantalara koydukları havlu ile kurulanmak için
eşyalarımızın bulunduğu yere geldiğimizde Hame teyze eline aldığı bir büyük
sopa ile bir yandan ocağın ateşlerini karıştırıyor, bir yandan da yanına
oturmuş 65- 70 yaşındaki uzun boylu, esmerce , sakalı alacalı bir adamla
konuşuyordu. Öyle derin bir sohbete dalmışlardı ki geldiğimizi bile
duymadılar. Asiye bir ara- " Öhöö
.. Öhöö " yapınca Hame teyze başını kaldırdı ve bizi gördü. Yanındaki
adama dönüp :" Bunlar da benim torunlarım sayılır ."dedi.
" Ooo … kızlar nasılsınız"? dedi.
" Hame teyze bu kim? dedim.
Benim bir küçük bir bağım var. Onu Hüseyin Amca’na
kiralayacağım, onu konuşuyorduk dedi. Birazdan annemler de gelmişlerdi... Abim adama
ters bir bakış fırlattıktan sonra," Daha pişmedi mi bu kelle ya... ne
pişmez bir kelleymiş bu ! " Bu
kim" dermiş gibi tekrar baktı… o zaman devreye annem girdi adamı tanıttı.
Hame teyze adama döndü ve: " Amaann bir bağ, bir bağ, bes görmelisin haci!
Bir toprağı var, koyu kahverengi.. aynen kına kimi... kına
deyi al avucuna çal...
Aman bir yaprağı var, ışıl ışıl yanar, parıl parıl
parlar, ayne deyi
tut yüzüne saçını dara( tara ) ... ince .. incee, cığara kağıdı kimi tütün sar, hele bir sarması olur, okka kimi...
Amaannn.. bir hömmüsü
üzümü var , bir urumu üzümü var
bal deyi yiiii...
bir de horuz karası var.. aynen Attun kimi ! ... ( ağaç altına dökülmüş , olgunlaşmış siyah zeytin )
Hele bir de İnek memesi üzümü var...
baş barmağım kimi .. anca şirin, anca gözelll !! "
Biz ağacın altında katıla katıla gülüyor, Hame teyzenin
bağını kiralamak için alıcısına bağını överken aile boyu gülme krizine
giriyorduk. Adama Türkan teyze gülerek:
" Bir bağı verirkan bu kadar övüy... gelinlik kızı olsa , kimbilir Kocaya verirkan ne gılık övücüydü " diye annemin
kulağına fısıldadı.
(Türkan teyze Anteplidir. Gitarist sanatçı ve müzik eğitmeni
: Zafer Doğulu' nun ve abisi rahmetli unutulmaz müzisyen gitarist Yurdaer Doğulu ' nun halasıdır. Ünlü rock sanatçısı
Kenan ve Ozan Doğulu' nun halalarıdır. )
" Tamam tamam
dedi adam. Yarın gider bağa bakarım, ona göre de kirasını konuşuruz "
diyordu. Sesli gülmemek için dudaklarını ısırıyor, kendini zor tutuyordu.
Babam gülmekten adama bir şey söyleyemedi. Annemin, ablamın,
Türkan teyze ' nin aşırı gülmekten
gözlerinden yaşlar akıyor , ben ve Asiye ' de neredeyse yere yapışarak
karnımızı tutup kahkahalarla gülüyorduk.
Adam oradan kaçarcasına uzaklaşmıştı...
(KİLİS KÜLTÜR DEĞERLERİMİZ KİTABIMDAN)
Aysel Masmanacı Beşoğlu
Eğitimci şair ve yazar