Sevgili okurlarım, Güneydoğu Anadolu Bölgesi' nin kışa hazırlık gıda temin etme uğraşlarından biri de şıra hazırlamaktır. En doğal ve sağlıklı tatlı türlerimiz şıra hazırlama Eylül ayına isabet eder. Çünkü bu mevsimde üzümler şıra olabilecek olgunluğa erişmiştir.
1 bölümde babamın bizi şuradan mahrum etmeme adına bize şıralık üzüm aldığından sözetmiştim.
Havış’ ta küçük bir tepeyi andıran üzüm yığınını görünce, sevinçten az daha çıldıracaktım!
- Yaşasııınnn! Babam üzüm almış!
- Biz de şire yaporuk! Heeeyy...
" Tamam deli kız! Tamam bağırma!"
dedi babam.
Annem:
"Eeee.. sen bu üzümü almışsıng amma, hanı ceviz nerede?"
" Allah Kerim arvat! Üzümü veren Allah helbet cevizi de verir. Hele ben şimdi düğene gidim de ! Sen teh’ini ( üzümün ezikleri ) aykla da , köylü müşterilerim var, onlar bazen ceviz getilrollar, hele onlara bir söylüyüm. "
- Yeri güle güle... Allah işingi rast getire!"
Babam gittikten sonra, annem bana döndü :
" Yeri kızım nenengile get, anam seni çağıyormuş, bize gelmeliymiş de. Ordan da eyle deyzangile get, onu da çağır. Bize gelsingler." dedi.
Ben daha durur muyum? Fırladım hemen!
Akşamına nenem ve teyzem bize geldiler. Nenemin elinde kocaman büyük bir halbur, teyzemin de elinde büyük, üstü bez ile örtülü birer halburla içeriye girdiler. Annem merakla sordu meneme :
" Ane bu ne? "Saplanmış ceviz, birez de badem."
"Niye getirdin onları? "
"Size sucuk edicik taman!"
- Siz bizde mi yapıcınız sucuğu.
- Yok.. bu sapladklarımı size batırak , bizimkini sonra saplarık. Midam ki ( madem ki ) üzümü almışsıngız, eşkimeden sebehe şireyi edek bari... "
Annem ve ben çok sevinmiştik. Nenem Melek gibi bir kadındı. Kendine diye alıp sapladığı cevizleri ve bademleri bize veriyordu.
Ertesi günü anneanem, teyzem erkenden blze geldiler. Havuştaki taş curunun içinde hortum tutarak tehleri ( ayıklanmış temizlenmiş üzünleri) güzelce yıkadılar.
Yıkanan üzümleri nehasenin (delikli kap ) içine doldurdular. Teyzem o nehasenin içindeki üzümleri üstüne dökülmüş hevara ( dövülmüş klreç taşı)
İle depeleyerek ezdi. Ezilen üzüm suları curunun oluğundan büyük Kazanlara dolduruldu. Üzümün çekirdeği ve sapları nehesenin içinde kalıyor, suyu kazanlılara doldurulup ince delikli süzekten geçiriliyordu. Dut ağacının beri yanına da havışın seki daşları üçgen şeklinde dizilip altına attıkları odun ve bağ çıbıkları ile üzüm suyu kaynatılmaya başlandı. Annem de bir donkazanının (çok büyük kazan. Elde çamaşır yıkamak İçin içinde suyun kaynatıldığı su kazan) şerbetin içine Üzüm suyu ve içine de bir tas nişastayı koyarak , elindeki büyük tahta kaşıkla hiç durmadan mutlu bir aile hayatı olan kadınlar tarafından halledeki nişasta ve üzüm suyu " UYDU DA GETTİ... UYDU DA GETTİ... ŞÜKRYE ' DEN EMİN UYDU DA GETTİ...." diyerek halamın eline verdikleri büyük kepçe ile halam karıştırmaya başladı. Bu geleneyin aslı, inançlara göre; mutlu olan kadın ilk kez hapısayı karıştırırsa, hane halkı o şireyi mutluluk ve huzurla, ağız tadı ile yerlermiş.
Üzüm suyunun içinde iyice eriyen nişeli ( nişasta) şerbet kazana boşaltılarak sürekli karıştırdı. Sonunda mama kıvamını aldı. İki nenem de hellenin( çok büyük kazan) başına geçip altın rengindeki hapısanın kaşıkla tadına bakarken yüzleri gülüyor, sürekli maşallah çekiyorlardı.
Nenem, babaanneme dönüp:
" Kele Heci nasıl olmuş hapısanıng dadı?"
Babaannem elindeki kaşığı hellenin içine daldırarak kaşıktan buharlarını nefesi ile üfleyerek soğuttu ve ağzına götürdü.. "Peeehhhh... aman ne güzel olmuş hapısa( üzüm suyulu tatlı )...
Malallah, maşallah!" dedi. Annem de, nenem de tadına baktılar.
- Ben de isterim, ben de tadına bakıcam" diye tutturdum. Teyzem helleye daldırdığı bir başka kaşıkla bir kaşık hapısa bana uzatınca, epey üfürdükten sonra ağzıma götürdüğüm. Sıcak hapısanın tadı müthişti! Bence en güzel tatlıydı. O arada kuzenlerim okuldan gelmişlerdi. Annem benim ve kuzenlerimin eline küçük tepsilerin üstünde birer tabak hapsa tutuşturdu. her tabağın üzerine de garnütür olarak ceviz kırıntıları serpeleyerek,
"Alın bunları komşulara dağıtın, sakın tabakları yıkamasınlar! söyleyin" dedi. Kuzenimle sokaktaki komşularımızın hepsine birer tabak hapısa dağıttık. Komşular hapısayı alırken, " Bereketli olsun, güle güle yiyin diye boş tabağı elimize yıkamadan uzatıyorlardı. Tabağı yıkamamalarının nedeni de sucukların üstüne yağmur yağmasın diye yıkamadan verirlermiş. O gün bir geleneğimizi de yeni öğrenmiş oldum.
Amcamın oğlu nişanlıydı. Nişanlı evine kocaman bir yeni kalaylanmış kazana hapısa koydular. Hapısanın üstünü fındık ve fıstıklarla, öğütülmüş ceviz içiyle süslediler. Kazanın orta yerine da kırmızı bir organza kordelayı fiyonk şeklinde bağladılar. Amcam kız evine ikram olarak götürdü. Hapısaları komşulara dağıttıktan sonra, yuvarlak hallenin etrafında anneannem, annem ve teyzem ellerindeki cevizlerin ve bademlerin ipe takılı saplarını önceden yaklaşık bir metre uzunluğundaki sopalara bağlanmış kısmını ( çangalları) kazanın içine yatırıp ellerindeki kevkirle hapısayla örtüp, yavaşça kaldırarak cevizlerin iyice hapsayla kaplanmasını sağlıyorlardı. Sonra da bu çangalları havuşta ağaçların arasına gerilmiş ipe asıyorlardı. Bu işleme son çangal bitinceye kadar devam ettiler. Çangalları bu defa ikinci kez ikinci kat olarak tekrar halleye batırıp astılar. Bu arada biz çocuklar çangallardan halledeki hapısa üzerine düşen ceviz kanatlarını kaşıkla kapma ve zevkle yeme yarışındaydık. Hallede artan hapısayı da anneannem temiz bir çarşafın üzerine bastık yapmak üzre hapısaları mala ile yaydı ve kurutmaya bıraktı.
_ Anneanne biraz da kesme yapsana dedim.
"Tamam sarı kız... Kesme de yaparız."
Bir kültür yazım da burada nihayetlenirken hepinize sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler dilerim değerli okurlarım.
Bir başka kültürel yazımda buluşmak üzere hoşçakalın.
AYSEL MASMANACI BEŞOĞLU
" KİLİS KÜLTÜR DEĞERLERİMİZ" Kitabımdan.