İnsanların iletişim halinde oldukları kişilerden bekledikleri
en önemli meziyetin doğruluk olduğunu söyleyebiliriz. Büyüklerimizin bir
söylemi vardır." Doğru duvar yıkılmaz". Bencilce başkalarının
haklarını gasbedenler sonunda Allah' ın şaşmaz adaletiyle mutlaka bir musibete
uğrarlar.
Öykü kahramanımız Gaziantep 'in sayılı ve saygın ayakkabı
imalatçılarından Suat Bey. (Fahri isimde. Zira reklamlara girmiş olurum.)
Suat Bey' in annesi ve babası Malatya/Pötürgeli. Dedesi
İsmail Bey, ayakkabıların alt tabanını yapıyor. İşleri gayet güzel. Üç oğlu ile
sırt sırta vererek işlerini zamanla geliştirince İstanbul' a yerleşerek daha
büyük bir atölye açıyorlar.
Büyük oğlu Mehmet'i askerlik çağına gelince askere
gönderiyor. Birkaç ay sonra Mehmet izine geldiğinde O' nu evlendiriyor. Çiçeği burnunda
yeni gelin eşi İslim hanımı annesine ve babasına emanet ederek tekrar
askerliğini yaptığı Gaziantep' e geliyor.
Askerlik yaptığı iki yıl (o zamanlar öyleymiş) süresince
babası ve kardeşleri işlerini daha da genişleterek kendilerine ev, araba
alıyorlar. Mehmet askerden gelince eşi kucağına oğlu Suat'ı veriyor. Babasının
ve kardeşlerinin kendisine karşı tutumlarından hoşlanmıyor.
Kazancı O' na az göstererek, yeterli para vermiyor, evinin
ihtiyaçlarını karşılamıyorlar. Oysa Mehmet babası atölyede yokken günün
kazancını içinden bir paket sigara parası bile almadan belgelerle kuruşu
kuruşuna babasına teslim ediyor.
Kardeşlerinin kasadan para kaçırmalarıyla bir kavga
sonucunda evi terk ederken, babası O'na "Gidersen bir daha bu eve dönme,
yüzümü dahi göremezsin, seni evlatlıktan redderim " diyor. Diğer iki
oğluna her türlü yetkiyi vermesine karşın dışlandığını ve artık bu duruma daha
dazla tahammül edemeyeceğini düşünen Mehmet, babasından bağımsız olarak çalışmak
isteyerek Gaziantep'e yerleşiyor.
Evini zar zor geçindirirken, babasının vefat haberini
alıyor. Cenazesine gitmek için yola çıkacağı gün kardeşi telefonda: "
Babam vasiyet etti. Cenazesine seni koymak istemedi sakın geleyim deme"
gelme..."
Bu haber üzerine iyice içlenen Mehmet' in ailesi ile tamamen
bağları kopuyor. Bir süre sonra rahatsızlanıyor. Aşırı terlemeler, kalp
çarpıntıları ve solunum zorluğu şikayetiyle gittiği doktor ona iki kez kalp
krizi geçirdiğini dikkat etmezse üçüncü krizde hayatını kaybedebileceğini
söylüyor ve ameliyat olmasını öneriyor. Daha ameliyat kararı veremeden bir
sabah hayata gözlerini kapatıyor.
Hayatta abisinden başka kimsesi olmayan Zehra Hanım oğlu
Suat ile çaresiz İstanbul' a abisinin yanına gidiyor. Yengesi, sonunda bir
çocuğu ile evine yerleşecek olan Zehra' yı evinde istemediğini her tavrı ile
belli ediyor.
Birgün yengesi ile semt pazarına giderken Altın Yıldız
Mağazasının önünde bir adam yengesi ile selamlaşıyor. Ayak üstü sohbet arasında
Zehra' yı soruyor. Yengesi de görümcesi olduğunu söylüyor. O' da Malatyalıymış.
Kimlerden olduğunu söyleyince tanıyor.
"Sen rahmetli Mehmet' in eşi misin?" diyor. Bacım
işte bu gördüğün mağaza ve depodaki fora makinaları, Pötürge' deki iki kayısı
bahçesi ve Malatya'daki ev senin. Kayınbaban avukatına imzalı vasiyetname
vermiş." Git hakkını ara.
" Peki kayınlarım, kayınvalidem?" diyor Zehra.
Kayınların, babaları ölünce sefahate daldılar. İçki, kumar, karı ve kız ayağı
onları iflah etmedi. Sahip oldukları her şeyi kaybettiler.......
Zehra'' nın abisi kayısı bahçelerini, evi, mağazayı satarak
ve mağazanın deposundaki iş makinalarını Antep' e getiriyor. Büyük bir atölye
açıyor. Suat eğitim hayatını hiç zorlanmadan tamamlayarak makine Mühendisliğini
bitirip aynı zamanda fabrika sahibi oluyor. Günbegün gelişen teknoloji ve
ekonomik rahatlığına mütevellit dayısı onu ayakkabı fabrikasının sahibi ile
ayakkabı firmasında yönetici konumuna getiriyor.
Şimdi iki torun sahibi olan yaşlı Zehra Hanım' ın dilinde
her zaman söylediği bir söz var: "ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE,
AHESTE"...ve sonuna ilave eder
"DOĞRU DUVAR YIKILMAZ! "
Kalın sağlıcakla...
AYSEL MASMANACI BEŞOĞLU
Eğitimci şair ve yazar