“Ben Müslüman Türk’üm” sözüyle şükrün anlamını zenginleştiren ve Türklüğün kader, Müslümanlığın seçim olduğunu belirterek, “Müslüman Türk” ifadesine anlam katan, Ahmet Yesevi hazretlerinin ruhu şad olsun.
Ahmet Yesevi öylesine bir anlayışla Anadolu’yu kuşatmıştır ki, Türklüğü ırkçılıktan çıkarıp, bir çadıra dönüştürmüştür. Bu çadırın içerisine Yezdaniler, Boşnaklar, Lazlar, Kürtler, hatta Ermeniler dahi girmiştir. Bu çadıra girenler, çadırdaki, İslam kokusundan etkilenmiş, kurtla kuzuyu bir arada yaşatan Bektaşilerle bir olmuşlar ve bende Türk’üm demişlerdir.
Anadolu coğrafyası ilmek ilmek bu nakışla işlenmiş, toplumsal refah bu misyonla sağlanmış, manevi kurtuluş bu reçeteyle yazılmıştır.
Halk bu anlayış da hem sosyal, hem ekonomik, hem de manevi huzuru bulunca, bu zincirin halkasına dâhil olmak için, gönül vermiştir. Azınlıklar dahi Bektaşi dergâhlarına katılarak, “bende Müslüman’ım, öyleyse benim de adım Türk’tür,” diyerek tek bir çatı altında varlıklarını ilan etmişlerdir.
Nasıl müthiş bir tablo! Nasıl da gurur verici bir tarih…
Bu anlayış zihinlerde olduğu sürece, gönülde hüküm sürmemesi mümkün mü? Gönülde hüküm süren bu anlayışla gurur duymamak mümkün mü?
72 millete ben Müslüman Türk’üm dedirtmek! Aman yarabbi, ne büyük bir hikmet!
Tarihin den böylesine kokular alarak meşk olan, böylesine güzel bir anlayışla yoğrulan, insanı ayet gibi mukaddes kılıp, bu sebeple de insana olan her hizmeti, ibadet olarak gören Türk milleti, her sahnede ve her dönemde tavrıyla dünyaya adaleti ve düzeni yaymak için çabalaşmıştır.
Bu misyon; Teoman dan, Metehan dan, bilge kağandan, Ahmet Yesevi den, Hacı Bektaşi Veli den, M. Kemal Atatürk’e kadar ulaşmış bir anlayıştır.
Bu anlayış Ehl-i Beyt’in mayasıdır. Öyleyse bu misyonun sahibi Hz. Ali velayetiyle, Resulullah’a dayanır. O zaman sonuç olarak diyebiliriz ki, bu misyon, İslam’ın misyonu, Hakk’ın muradıdır.
İşte bu sebeple, asekirullah(Allah’ın askeri) sıfatı bu millete nail olmuştur.
Günümüze gelecek olursak, bu misyonu emanet alan kişi, aynı, tarihteki bu ulu insanlar gibi, bir yol takip etmiş, dünyaya adaleti, düzeni ve ekonomik yükselişi sağlamayı hedefleyerek, aynı o dönemdeki gibi insanlığın kurtuluş reçetesini sunmuştur.
Yine tarih tekerrür etmektedir. Yine Müslüman Türk kimliği dünyaya yankılanmaktadır. Ve aynı o dönemdeki azınlıkların hayranlıkla “ben Türk’üm” diyerek gurur duyduğu bu söylem, bu günde dünya ülke liderleri tarafından “ne mutlu Türk’üm diyene” sözüyle yeniden canlanmaktadır.
Günümüzde, bu anlayışın adresi Prof.Dr. Haydar Baş Bey’dir.
Putin’in daveti üzerine Rusya’ya giderek Duma meclisinde konuşan Haydar baş bey’in taşıdığı bu misyondan etkilenen, liberal demokrat Partisi genel başkanı Vladimir jirinovski’nin, sohbet sonrasın da “ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü haykırması, Müslüman-Türk anlayışının Haydar Baş Bey eliyle devam ettiğinin ispatıdır.
Bu anlayışın günümüz reçetesi olan, Milli ekonomi modeli, sosyal devlet- milli devlet projesiyle, şaha kalkarak, dünyayı sömürü düzeninden kurtaracak, insan’a insanca yaşama olanaklarını sunacaktır.
Bu tezin sahibi olan Prof.Dr. Haydar Baş Bey de bu çadıra herkesi davet etmektedir. Ne olduğunuzun, hangi görüşe sahip olduğunuzun, ya da hangi soydan geldiğinizin önemi yok. Herkesi bu çadıra davet ediyoruz. Gelin bu sefer Bağımsız Türkiye Partisinde bir olalım, Haydar Baş Bey’in yanında olalım. Biz size hizmete talibiz. Biz herkese bu kokunun güzelliğini hissettirmeye talibiz.
Yeter ki siz isteyin…
Behiye Alioğlu