Dünya ülkeleri, geçmişe göre çok daha hızlı bulaşan ,yeni tip mutasyonlu koronavirüs vakası ile kasıp kavruluyor. Maalesef koronavirüsten en çok etkilenen ülkelerden biri de, vefat sayısı 40 binlere ulaşan ülkemiz Türkiye'dir. Zira günlük vaka sayısında rekor üstüne rekor kırarak, Avrupa da birinciliğe ,dünyada da ise Brezilya, Hindistan ve A.B.D'nin ardından dördüncülüğüne yerleştik.
Bir yıldan beri kademeli olarak çeşitli tedbirler aldığımız halde, ne yazık ki geldiğimiz nokta, bir yıl evvelki dönemden daha vahim!
Oysa gelişmiş ülkeler, kendi aşılarını üreterek, insanlarını çoktan aşıladılar bile, bu durum ülkelerinde vaka sayılarında önemli bir azalmaya sebep oldu, hatta virüsün ilk görüldüğü Çin de, artık korona virüs ülkenin gündeminde bile değil.
Peki, biz ne yapıyoruz? Sağlık Bakanımız, "günlük bir buçuk milyon vatandaşımıza aşı yapabiliriz" dediği halde, çoğu zaman parasızlıktan bazen de siyasi nedenlerden dolayı, insanlarımızı aşılayacak aşı tedarik edemiyoruz. Hem de 21. yüzyılda, insanı yaşat ki devlet yaşasın mantığı gereği bu ay öteki ay derken, bu gidişle insanımızı da devletimizi de maalesef kaybedeceğiz.
Zira insan olmazsa hiç bir şey yapamazsın, ne üretebilirsin, ne tüketebilirsin ne de vatanını koruyabilirsin. Çünkü her işin merkezinde insan var ve o insanın da bu fiiliyatları yapabilmesi için mutlaka sağlıklı bir birey olması lazım.
Şimdi isterseniz yüz yıl geriye gidelim ve yapılanlara bakalım.
Kurtuluş Savaşı'na katılan askerlerin yüzde 40'ı sıtma hastası, nüfusun dörtte biri (3 milyon) trahomlu, bildirilmesi zorunlu hastalıklardan dolayı gerçekleşen ölümlerin beş katı kadarı verem hastalığından vefat etmiş vatandaş var, ayrıca halk arasında çok yaygın görünen frengi hastalığı devleti insanımızı çaresiz bırakıyor.
O dönemde, henüz Genelkurmay ve Başbakanlık binası yokken, Atatürk'ün emriyle yapılan binada, dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam tarafından 27 Mayıs 1928 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu.
Kurulan bu enstitüsü, 1940 yılına kadar geliştirdiği aşılarla, yukarıda saydığımız hastalıkları tehdit olmaktan çıkardı.
Aynı zamanda Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Cumhuriyet devrinde bütün ülkenin aşı ihtiyacını karşılayan kurum oldu. Hatta 1940'ta Çin'de yaşanan ve on binlerce kişinin ölümüne sebep olan kolera salgını Türkiye'den gönderilen aşılar ile durduruldu.
Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ilk çiçek aşısını üretti. Dünyada kuduz aşısını ilk üretenlerin başında geldi. Yıllarca tifo, dizanteri, kolera, veba, menengokok, stafilokok, boğmaca, brucella, nezle, kuduz, verem, tetanos, difteri, kızıl, karma aşı, tifüs, çiçek, grip gibi birçok aşının üretimini gerçekleştirdi.
Ne yazık ki Özal döneminde başlayan küreselleşme, özeleştirilme ve devletin üretimden çekilme akımının devamında, Enstitü, 2 Kasım 2011 tarihinde AKP iktidarı döneminde kapatıldı.
1997 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsünü Merkez'in başkanlığına atanmış ve yıllarca vazife yapmış biri olan Dr. Erol Afşin'in ifadesine göre o dönemde planladığımız aşı fabrikasının maliyetini 200 milyon dolar olarak hesaplamıştık. Eğer Merkez'i tasarladığımız gibi inşa edebilmiş olsaydık, şu anda dünyada pandemi yaratan korona virüs aşısını burada üretebilirdik. 2020 yılının Ağustos ayında Faz-3 aşısını hazır hale getirebilirdik…
Hakikaten de eğer devlet bu tür kurumları stratejik kurumlar olarak görse ve sahip çıksa idi, bugün Türk halkının tamamı aşılanmış olacak ve normal hayata dönmüş olacaktı, aynı zamanda devlet olarak da dünyanın çeşitli ülkelerine aşı ihraç ediyor olacaktık.
Ama bu treni şimdilik kaçırdık, iktidar olarak bari paramızı, beton müteahhitlerine değil de, insanımızın sağlığını düşünerek aşı tedarikine ayıralım. Zira halkın artık dayanacak gücü kalmadı bizden söylemesi ALAİDDİN ÖZKAR 06,04,2021