Başbakan Erdoğanın şahsında gündeme gelen çıkışlar, hükümet olarak yaptıkları icraatlar beş bin yıllık Türk tarihinde, eşine benzerine rastlanmayan gelişmeler olarak, tarih sahnesinde yerini alıyor. Yalnız bizim tarihimizde değil, hiçbir dünya devletinin tarihinde buna benzer davranışları da görmek mümkün değil. Bütün bu gelişmeler ibretle ve ürpertiyle izleniyor.
AKP hükümeti kurulur kurulmaz, bütün mesaisini bütün gayretini Avrupa Birliği ile birlikte olmak için harcamıştır. Bu gayretlerden ise milletimize kalan koca bir hiç olmuştur. Sonuç olarak, milli bütünlüğümüz daha da zayıflamış, toprak bütünlüğü konusunda her zamankinden daha çok tehdit ve tehlike altına girilmiştir.
Devletimiz hiç bu kadar kötü idare edilmemişti. Binlerce yıldan beri sahip olduğumuz değerler süratle harcanma noktasına gelmiştir. Bu davranışlarda AKP hükümetinin izlediği teslimiyetçi bir politikanın büyük etkisi vardır. Bu teslimiyet, milletten ziyade AB ye ABDye olmuştur. Elbette kılavuzu karga olanın gagası pislikten kurtulmayacaktır. Bir iki örnek verecek olursak, AKP hükümeti tarafından, Kıbrıs konusunda bir çözümsüzlük icat edilerek bunun kabahati 40 yıllık politikamıza bağlanmıştır. Yine icat edilen sözde Kürt sorunuyla, devlet olarak güya geçmişte yapılan hataları kabul etmekten bahsedilmiştir.
Yine başbakan Erdoğan konuşmasında Avrupa tarafı ne istediyse yaptıklarını ancak Avrupa devletlerinin verdikleri sözleri yerine getirmediklerini ifade etmektedir. Bunun sonucunda ise, güya kendi başları dikmiş, batının ise eğik. Görüldüğü gibi diplomatik kuralların, bağımsız bir devlet anlayışının çok dışında bir davranış biçimi ile karşı karşıyayız.
Ülkemizde neler oluyor demeyeceğim. Artık çoğu kişiler ve kuruluşlar ülkemizde yaşanan tablonun bir Sevr olduğunu ifade ediyorlar. Peki, bu kişiler ve kuruluşlar üç yıl önce neredeydi. Şunu iyi bilmek gerekir ki, bu gün yazılanlar ve söylenenler doğru da olsa, yapılan bir felaket tellallığıdır.
İşte tam bu noktada akla bir takım sorular gelmektedir
AKP hükümeti gökten zembille inmediğine göre, acaba bu tarz icraat yapacağı, ülkeyi bunalıma sürükleyeceği bilinmiyor muydu?
Bu gün kalemlerini kullananlar, ayıkan kuruluşlar daha önceden tedbir alamaz mıydı, halk toplum mühendislerinin etkisinden kurtarılamaz mıydı?
ABnin bize dost olmadığını, ülkemizi ortaklığa kabul etmediğini, istediğinin topraklarımız olduğu, ABDnin stratejik ortaklıktan kastının bize taşeronluk görevi biçtiği bilinemez miydi?
IMFnin elini attığı devletleri kuruttuğu, Türkiyenin de akıbetinin bundan farklı olmayacağı hesaplanamaz mıydı?
Dahası Anayasamızın 66. maddesinde yer aldığı şekliyle Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk'tür anlayışı kavranamaz mıydı? Türklüğün bir üst kimlik olduğu bilinemez miydi?
Millet olarak Dinlerarası Diyalog çalışmaları ile milletimizin Müslüman-Türk kimliğinin elinden alınmaya çalışıldığı tespit edilemez miydi?
Bu soruları arttırmak mümkündür.
İşte bütün bu sorunları görmek ve çözüm üretmek bir devlet adamlığı ve liderlik karizması gerektirir. Elbette liderleri şartlar ortaya çıkarır ve tanıtır. Bu ve benzeri sorunları onlarca yıldan beri kamuoyu önünde deklere eden; bunun yanında sorunların çözümlerini de ifade eden proje sahibi tek bir lider vardır. Bütün yaşanan bu hadiseler Prof. Dr. Haydar Baş beyin dünya çapında bir lider olduğunu ve Türk milletinin onun tespit, çözüm projelerine ne kadar ihtiyacı olduğunu göstermektir.