Sebebini bilmediğimiz bir şekilde 14 ve 18 yaş grubu
öğrencilerimizin sadece bir sınava tâbi tutularak hayatlarına yön vermeleri ne
gibi bir oyun veya düzenektir?
Yoksa baştan aşağı misyonerlerin yazdığı bir kurgu mudur?
Neden oyun veya düzenektir diye sual etmeme gelirsek bunun
içten pazarlıklı bir düzmece ve hatta kurgu olduğunu düşünüyorum.
Velhasıl kelâm: Lise çağında olan öğrenciler 9. sınıfa adım
atmaları ile hocaların kendilerine, “Hayatınızı bu 4 sene ile belirliyorsunuz
arkadaşlar. Artık çocuk değilsiniz...!" diyerek uyguladığı baskıları sağ
olsun.
Farz-ı misal sudan çıkmış balığa dönen öğrencilere,
geleceklerini belirleyecek olan sadece 1 sınav bozuntusundan bahsetmeye
başlamış eğitimciler ile aslında bunun bir kurgu olduğunu ve bu kurgunun
başrolü öğretmenlerin; sanki her daim ezberlerinde olan ve bir robot gibi
tekrar ettikleri melodileri yazan kişilerin, büyük bir kurgu yazarı (misyoner)
olduğunu da buradan anlayabiliyoruz.
Böyle bir kurgunun tüm ülkeyi sarmış, kulaklarda çınlayan
melodilerine ne demeli?
Buna "müthiş, fevkaladenin fevkinde!! eğitim
sistemi" demeli.
Sisteme karşı olmak, bu ülkede yaşam imkanları sunmuyor
maalesef...
O zaman biz de sistemi olduğu gibi kabul edelim ve tekli
koltuğumuza geçip mahvoluşumuzun kurgusunu yazdıralım ne dersiniz?
Hiçbir şey diyememek, ölene kadar bu sisteme razı gelerek
yaşamak bizim kaderimizde diyerek de bir kenara çekilebiliriz...
Bu maddelerin hepsi çok kolay. İnsanoğlu her zaman işine
geleni seçmez miydi zaten? Konfor alanının dışına çıkmayan insanların, demin
bahsettiğim kurgunun altın portakal ödüllü yarışmacıları olduğunu da
söyleyelim.
İşimize gelen şeyin her zaman için yararımıza olmadığını
bildiğimiz halde yaparız. Bunun sebebi nedir bilinmez. Ya kolaylık yönünden ya
da, bize hoş gelen seçeneği tercih ettiğimizdendir.
Kelebek etkisine benzetebilir miyiz başımıza gelen iyi ya da
kötü şeyleri? Tercihlerimizin de geleceğe gebe kalması bizim için bir kelebek
etkisi doğurur. "Ne ekersen onu biçersin." demek mümkündür o zaman.
Bize hoş gelen seçeneklerin her zaman için doğru olmasını
beklemek tıpkı elimizi gözüme koyup güneşe doğru bakıp "Güneş yok
ki!" demek gibi bir saçmalıktan ibaret.
Komik gelebilir, ama bu çok acı bir gerçektir. Gerçeklerle
yüzleşelim, konfor alanımızın dışına çıkıp senaryoyu biz yazalım. Ve kurgunun,
senaryonun senaristlerinin; üçgeni nasıl da kare göstermek istediklerini
görelim. Kalemi eline al.
Ve oyun bitti!
Bu yazımda biraz sitemkâr davrandım. Bunun sebebi, mevcut
olduğu durumu beğenmeyip hâlâ aynı şeylere boyun eğen insanları az da olsa
ayıktırmayı istemekti.
Hali hazırda hâlâ umudumuz tükenmemiştir ve tükenmeyecektir.
Bizler, Atatürk' ün askerleri, çocuklarıyız. Ve milletine ilelebet bir sevda
ile bağlananlara ve laik sistemi bilenlere güvenmeliyiz.
Bu da Milli Ekonomi Modelini uygulayarak gerçekleşebilir.
Sınava dayalı olmayan, hayatın gerçekleri ile yüzleşmeyi öğreten aynı zamanda
ailenin veremediği eğitimi verebilen öğretmelere ihtiyaç vardır. Tıpkı
Atatürk'ün uyguladığı eğitim sisteminde olduğu gibi önce öğretmenler eğitilecek
sonra eğitilen öğretmenler ve öğrencilerini eğirtecektir.
Evet "öğretmenler" de dedim. Çünkü öyle bir
modeldir ki bu günümüzdeki üniversitelerin sağlayamadığı eğitimi, yaşayarak
alabilecek seviyeye gelen öğretmenler yer alacaktır. Bu sayede öğretirken
öğreneceklerdir.
Kötü sistemin esiri olma!
Ayşe Nurdan Boztepe~ İCMAL GENÇLİK ÜYESİ
Süper eline sağlık