Lafı ikide bir Atatürk'e ve Haydar Hoca'ya getirdiğim için kızıyorlar. "Bu ülke için iyi şeyler düşünen başka kimse yok mu?" diyorlar.
Tenzih ederim. Elbette var. Ama onların düşünceleri bana ulaşmıyorsa kabahat benim mi?
Bir insanı ülkesi için iyi şeyler düşünmemekle suçlamak hiç de bana göre değil. Elbette herkes bu ülke için iyi şeyler düşünecektir. Netice itibari ile iyi şeyler düşünür ve gerçekleştirebilirse, öncelikle bu kendi yararınadır.
Ancak kahve masası ve berber muhabbeti yapıp, "Ne olacak bu ülkenin hali?" demek başkadır, ülkede güzel ve iyi şeyler yapılmasını dilemek başkadır…
Şahsen benim küçük kütüphanemde bulunan eserler arasında çokça Atatürk'ü anlatan kitaplar ve Cumhuriyet tarihi var. Birde Haydar Hoca'nın yazdığı eserler… Cumhuriyet dönemi istatistiklerini saymıyorum bile…
Bilmeyenler öğrensin diye yazıyorum.
ABD Doları, bundan 78 yıl önce 1923'de 80 kuruşa alınabiliyordu.
Buna göre doların fiyatı, Türk lirası karşısında 78 yılda 1 milyon 250 bin kat arttı. Yani; paramız bu kadar değer kaybetti.
Taze Cumhuriyetin parasının değerli olması ülkenin zenginliğinden çok düşüncenin zenginliğinden kaynaklanıyordu. Çünkü düşünce; ülkeyi şahlandıracak projelere imza atıyordu.
Dışarıya bağımlı olmadan, kendi kendine yeten; lüksten uzak, zaruri ihtiyaçlar dışında yurt dışından alım yapmayan, kendi imkânlarını kullanarak kalkınan bir ülke olma hedefini içeriyordu.
Bugün her yönü ile dışa bağımlı ülkelerin paralarının kapitalist dünya düzeninde nasıl değer kaybettiğini, lüks veya zorunlu ihtiyaçlarını temin etmek için milli servetinden ürettiklerini nasıl ucuza verdiğini biliyoruz.
Bilimde, teknolojide ileri gidememiş olan ülkeler her şeyi dışarıdan aldıkları için satıcının fiyat belirlemesine tabii olmak zorunda kaldıkları gibi, almak istedikleri mallarla ilgili pazarlık güçlerini de kaybediyorlar.
Milli Para; bir ülkenin gururu, gücü ve medeniyet göstergesindeki milletlerarası yerini belirleyen değerdir.
Ülkenin dış borcu milli paranın değerini düşürür, halkı yabancı para ile ticaret yapmaya bağımlı hale getirir. Osmanlı imparatorluğunda olduğu gibi yabancı sermayeye kucak açarak kökü dışarıdaki yerli tüccarlara borçlanır.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, büyük sıkıntılar çekmiş olan milli paramız, iki buçuk liraya bir dolar alabiliyordu. O zamanlar bu durum, zamanın hükümetlerine çok sıkıntılı günler yaşatmıştır.
Türk parasının değer kaybetmesi, merkez bankası rezervlerinin azalması ile ilişkilidir. Bir ülkenin zenginliği, vatandaşın bileğine taktığı bilezik ile değil; kasasında bulunan altın rezervi ile ölçülmektedir.
* * *
Devletin bir karakteri var mıdır diye sorarsanız "milli" olmalıdır derim. Bir zamanlar milli olmak, hayati seviyede önemi olmayan dış alımlara kapıları kapatmaktan geçiyordu. Özal döneminde kırılan bu kapı sayesinde ülkeye bol miktarda lüks tüketim malzemesi girmeye başladı. Ancak, halkın yabancı mallara böylesine düşkün olması, milli sanayiyi öldürmekle kalmadı, yerli malını çökerten yabancı sermaye baronlarını harekete geçirdi. Ülkede milli yapıda üretim noktaları istemeyen yabancı sermaye sözde insanımızı sıkıntıdan kurtarmak için "Araba yapmaya uğraşmayın biz size veririz, siz yol yapın" diyerek fayton ve landonlardan memnun halk için köylere bile asfalt yol yaptırarak daha fazla araç satma, dolayısı ile daha çok benzin tüketimini sağlayıp rant kazanma yarışına girdiler.
Okullardaki yerli malı haftaları bitti. Yerli patiskanın yerini Amerikan bezi, Birinci sigarasının yerini Marlboro aldı. Halkın anlayacağı ifade ile bu durum Marshall yardımından beri böyle… Kaldı ki, Dünya üzerinde pek çok ülke kendi yerli üretimini teşvik ederken, biz yerli tohumu ıslah etmek yerine yasaklamayı tercih edecek bir politika uyguladık.
Avrupa ülkeleri bir zamanlar Türk tekstil ürünlerini
kapışırlar, etiketini sökmeye bile gerek görmeden mağazaların reyonlarında
satarlardı. Kaç defa Paris'te, Londra'da ve Amsterdam'da girdiğimiz mağazalarda
bu manzara ile karşılaşmıştık. Üç-beş kat fazla fiyatla satılan ürünlerle
karşılaşmıştık. Şimdi standartları yabancı alıcılar tarafından belirlenmiş
ürünler; Türkiye'de üretilip, yabancı etiketle yurt dışına satılıyor.
* * *
Uzakdoğu'da işçilik ucuz olduğu için ne yazıkki tekstil piyasamız da bir müddet sonra pahalı maliyetlerden ötürü adeta gümledi. Yerli malının itibarı kalmadı.
Çok uzağa gitmeyin. Piyasa yabancı markalarla doldu. Kısacası iç piyasaya da yabancılar egemen oldular. Bizde kendimizi beceriksizlikle suçlamaya devam ediyoruz.
En iyi oteller, en iyi kıyılarda yabancı yatırımcılar tarafından işletiliyor. En iyi fabrikalar yine Türk işçisinin asgari ücretli emeği ile kendi ülkemizde çalıştırılıyor. Yurt dışında 5 bin Euro olan işçi ücretleri bizde 700 Eurolarla ölçülüyor.
O nedenle, Milli Ekonomi modelini oluşturmak için milli paramızı güçlendirecek yerli sanayiye önem vermek ve bu konuda yazılmış eserleri okumak zorundayız.
Bizden söylemesi…
Yok, bu yokluktan ve yoksulluktan memnunsanız yapacak bir şey yok…
Taner Tümerdirim