Önceki gün kutlanan Dünya Tiyatro Günü, kültürel iktidarı “ele geçiremeyen” AKP yönünden, kendi var oluşları için bir tehdit olarak algılanıyor. Sanat ve siyaset açısından görülen; konu tiyatro olunca, siyaset sahnesindeki oyuncuların cevvaliyeti tiyatro oyuncularının tekniğini sollamaktadır. Role nasıl yaklaşılır, ahali üzerinde algı operasyonu nasıl yapılır, trajedi ve komedinin aşırı uçları arasında insan duygularının sayısız kombinasyonlarıyla nasıl oynanır… Performansın türlü çeşidini bu arkadaşlarda görebilirsiniz. Belki de sanat ve sanatçıdan korktukları için ve de sanat sonuna kadar muhalif olduğundan, halkla sanat arasına girmeye çalışmaktadırlar. Siyasal iktidara sahip olup kültürel iktidarı ele geçiremediklerini itiraf etmek zorunda kalan memleketin yönetim kurulu, bu yetersizlikleriyle sanatın normlarını koymaya çalışmakta, ülke sanatını kendi dünya görüşlerinin çerçevesine sıkıştırmayı amaçlamaktadırlar. Bu amaçla bazı sanatçıları ve oyunları yasaklamayı sürdürmektedirler. Güdümlü sanat anlayışını dayatmak istemektedirler. Oysa; Tiyatro, seyircinin çevresini yeni bir gözle görmesini, gerçekleri doğru bir biçimde algılamasını hedeflemektedir. Bunun için tiyatro, seyircinin önceden koşullandığı kalıplaşmış değer yargılarının aşılmasını sağlamaktadır. Bu değer yargıları, toplumun günlük yaşama biçimine, ahlâk anlayışına, sanat alışkanlığına egemen olmuş durumdadır. Tiyatronun görevi seyircisini bu koşullanmışlıktan kurtarmak olmalıdır. Gazetecilerin ve yazarların tutuklanması, basılmayan kitapların toplatılması, heykellerin yıkılması derken sıra tiyatrolara da geldi. Tüm bu olayların temelinde; son zamanlarda bazı sanatçıların iktidara karşı eleştirel tutum takınmaları vardır. Ne var ki, tiyatroların ve sanatçıların görevi iktidarları alkışlamak değildir. Sanatı, sanatçıyı cezalandıran her siyasal iktidar sarsılmış ve yok olma tehlikesi geçirmiş ya da yok olmuştur. Şairlerini, yazarlarını, oyuncularını tartaklayan, parasal boyunduruğu sanatçısının boynunda canı istediği zaman daraltan bir devlet, daha doğrusu iktidar anlayışının geleceği pek parlak değildir. Toplumu var eden, onu yüceleştiren, onu zenginleştiren en önemli değerdir, sanat, kültür… İnsanımıza da görev düşüyor; sanatı karşıt alan değil, sanatı destekleyen bir anlayışı öne çıkarmak, yurttaşlık bilinciyle hareket eden her bireyin sorumluluğudur. İktidarlar sanatçıya, sanata ve kültüre sahip çıkmalıdır. Politik mizahın tüm gülünçlüklerine, acımasız eleştirilerine karşı, en geniş hoşgörüyle karşılık vermek ve gerçekten sanatın, sanatçının yanında yer almak en doğru tutumdur. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün sözlerine bakalım: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir”, “Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır”, “Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.” İşin bir başka boyutu; vefasızlıkla karşı karşıya kalan sanatçıların durumudur. Yaşlılığında yalnız ve hepsinden önemlisi de parasız kalan sanatçılar. Mali sıkıntılar yüzünden perde kapatmak zorunda kalan tiyatrolar. Sokakta kalan sanatçılar. Onuncu Yıl Marşı’nın ve Lüküs Hayat Opereti’nin bestecisi, adının konser salonlarına verildiği, dünya çapında müzik adamı merhum Cemal Reşit Rey’in, 80 yaşının üstünde elinde bir piknik tüpüyle Beşiktaş çarşısında görülmesi, sanatın ve sanatçının yok sayıldığı bir süreci yaşadığımızın trajik kanıtıdır.
Prof. Dr. Ünal Emiroğlu
Yeni Mesaj Gazetesi