"1937 yazında Florya'da iken bir gün idrarından kan gelir. Bu şikâyetlerine iki önemli şikâyet daha; kaşıntılar ve burun kanamaları da ilave olur…
1937 yılı içinde evvela uzun sürelerle, sonraları sık sık olarak burun kanamaları görülmeye başlar.
28 Şubat 1938 günü Çankaya'da Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Akil Muhtar Özden, Dr. Hüsamettin Kural, Dr. Asım Arar ve Dr. Ziya Naki Yaltırım'dan oluşan bir hekim grubu tarafından muayene edilir.
Muayenesinde kaburga kavsini üç parmak geçen dalak büyüklüğü ile gözlerinde hafif bir sarılık tespit edilir. Ödem ve asit tespit edilmemiştir.
Ziya Naki Yaltırım tarafından yapılan kulak burun boğaz muayenesinde de burunda iki sathi yara tespit edilir.
(….) Mustafa Kemal Atatürk, 8 Ekim 1938'de girdiği karaciğer komasından vefatına kadar doktorları başındadır."
Son anlarında yanında bulunanlardan birisi kütüphanecisi Nuri Ulusu'dur. Ulusu anılarında şöyle anlatır:
"Atatürk'ün son hastalıklı devrelerinde yani komaya girip çıktığı günlerde, doktorların ve yakınlarının dışında, yanına girip çıkabilen ender kişilerden biriydim. Zaten bilindiği gibi çok önemli bir cümlesi vardı:
'Özel hemşire falan istemem, bana, benim çocuklarım herkesten iyi bakar.' Evet, o çocukları ben ve arkadaşlarımdı.
İşte böyle girdiği komaları esnasında zaman zaman, 'Aman ya Rabbim, aman ya Rabbim' diye mütemadiyen Halık'ından, Allah'ından yardım dilediğini gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim."
Gazi'nin son sözlerinin "aleykümesselam" olduğuna dair yanında bulunanların şahitliği vardır. Son günleri şöyle anlatılır:
"Atatürk, 8 Kasım günü çok yorgun olmakla birlikte sakindi. Doktorlar sıra ile yanına geliyorlar, gerekli tedaviyi yapıyorlardı.
O gün gıda olarak saat 6'da altı kaşık sütlü kahve, 8.30'da beş kaşık sütlü çay, 11.00'da bir miktar yulaf unundan puriç, 13.00'da altı kaşık süt, 15.10'da biraz çorba ve 17.15'te dört kaşık elma suyu almıştı." (…)
Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatıyor;
"Saat 18.00'dan sonra yanından ayrılıp, günlük işlerimle meşgul olmak üzere büroma inmiştim. Çok geçmeden fenalaştığını telefonla bildirdiler. (saat 18.55).
Telaşla hususi daireye koştum, yatak odasının iç içe olan iki kapısı arasındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu.
Odaya girdiğim zaman Atatürk'ü şu vaziyette gördüm: Yatağın ortasında, iki elini yanlarına dayamış oturuyor, mütemadiyen dövünerek, 'Allah kahretsin' diye söyleniyordu.
Ara sıra da hizmetçilerin tuttuğu tasa koyu kahverengi (pıhtılaşmış kan) kusuyordu.
Nöbetçi Doktor Abrevaya ile o sırada yetişen Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp kendisine yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir taraftan da buz parçaları yutturmaya başladılar.
Bir aralık sağında bulunan tuvalet masası üzerindeki saate baktı; her halde iyi göremiyordu ki bana sordu: 'Saat kaç?' '7.00 Efendim.'
Aynı suali bir iki defa tekrar etti, aynı cevabı verdim. Biraz sükûnet bulunca yatağa yatırdık, başucuna sokuldum, 'Biraz rahat ettiniz değil mi Efendim?' diye sordum. 'Evet' dedi.
Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti: 'Dilinizi çıkarır mısınız Efendim.'
Dilini ancak yarısına kadar çıkardı; Dr. İrdelp tekrar seslendi: 'Lütfen biraz daha uzatınız.'
Nafile artık söyleneni anlamıyordu, dilini uzatacağı yerde tekrar çekti; başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp'e dikkatle baktı ve 'aleykümesselam' dedi; son sözü bu oldu ve ikinci ponksiyondan tam 30 saat sonra komaya girdi."
Atatürk'ün komaya girmeden evvel söylediği son sözü "aleykümesselam" olmuştur.
Bu sözün mahiyeti hakkında, Kur'an-ı Kerim'den istifade edelim.
Nahl Sûresi 32. ayet şöyledir: "(Onlar, takva sahipleri) meleklerin 'selam sizin üzerinize olsun (selamünaleyküm), yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık cennete girin' diyerek iyilikle canlarını aldıkları kimselerdir."
(Geniş bilgi ve detaylı kaynaklar için bakınız Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk, s.137-140)