Türk yargısı, AKP hükümeti döneminde olduğu kadar, hiçbir dönemde bu kadar hedef tahtasına oturtulmadı. Son ermeni konferansında adeta hükümet tarafından topa tutulan yargı, sadece topa tutulmakla kalmadı, Ermeni konferansı hakkında verdiği karar da adeta yok sayıldı ve konferans iktidarın bir dayatması olarak gerçekleştirildi.
Bu yetmedi, bu defa Üniversite rektörleri ve CHP tarafından Türk yargısına saldırılar, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörünün tutuklanması ile devam etti. Bu iki olay birbirinin adeta düşmanı rolü oynayan AKP nin,CHPnin ve YÖKün aslında aynı tavanın balıkları olduğunu gün gibi aşikar olarak ortaya çıkarıyor.Fakat maalesef bu olayda yıllardır tiyatrosu oynanan güya Müslümanlar ile güya Mustafa Kemal ATATÜRK ve Cumhuriyete sahip çıkanların kavgası gibi gösterilerek bu aziz milleti karşı karşıya getirme oyunundan başka bir şey değildir.Yargı kararlarına karşı çıkanlarda aslında bu millete saygısızlıktan başka bir şey yapmıyor.Çünkü Türk yargısı Türk Milleti adına karar alır.
Bu kavganın altında yatan asıl gerçek daha da tehlikeli bir boyutta. Yıllardır özelleştirme adı altında yapılan peşkeşleri önleyen, Türk yargısının Anayasa ve kanunlardan taviz vermeden verdiği kararlar olmuştur. Burada hedef, yargı kurumunu dinci-laik diye ikiye ayırmaya çalıştıkları iki kesimin ortak hedefi kılmak. Böylece Millet nezdinde yargının yıpratılması. Bu yıpratmalardan sonra eğer hedefe ulaşılırsa gelsin yağlı ballı özelleştirmeler. Yasama (AKP, CHP) ve Yürütme(AKP Hükümeti) ye kalırsa Allah bu millete yardım etsin. Bütün bu olayların altında yatan asıl hedef Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletidir. Göreceksiniz yargıya asıl saldırılar AB müzakere sürecinde daha da şiddetlenerek sürecektir hiç şüpheniz olmasın. Bu saldırıların ipucu ise AB komisyonunun 9 Kasımda açıklayacağı ilerleme raporundan sızan bilgilerde. Sızan nasıl sızıyorsa yargının bir bölümünün reformlara karşı direndiği belirtilerek "bu durum, yapılan reformlara ciddi gölge düşürüyor" yorumu yapıldı. AB ülkesi İngiltereden bir yargıç hikâyesi ile yazımıza son verelim.
İngiltere'de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır. İngiliz devleti hâkimlerine o kadar güveniyor yani. Bir gün hâkimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyecekleri söyleyip hemen İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: Ödeyin!
Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hâkimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hâkim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hâkime hareketinin sebebini sormuşlar. Hâkim "Kraliçenin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım" cevabını vermiş. Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hâkim azledilmiş. Adalet bakanlığı hâkime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış:
"Kraliçe hükümetinin saygın bir hâkimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez.
"Güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır.
Abdulkadir Karakoç