Günümüzün belki de en büyük hastalığı sorumsuzluk, ”Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ”der gibi, hele, kendi maddi ve manevi çıkarımızı ilgilendirmiyorsa, kılımızı dahi kıpırdatmıyoruz.
Toplumundaki aydın insanlar, oluşacak tehlikeyi yıllar önce tespit ederek insanları uyardığı halde, insanımızın, tedbir almak bir tarafa, vurdumduymaz bir şekilde yaşadığını görüyoruz.
İktidarlarca yapılan yanlış icraatları, kimi makamını, kimi kazancını, kimi ilerideki beklentilerini düşünerek, görmezden geldiğini,umursamadığını görüyoruz.
“İçinizde, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Ali İmran 104) Ayeti gereği, durumdan vazife çıkararak çalışanlarda var, en kötüsü ise bu gayret edenlere, Güldür Güldür şov da ki bir replikte olduğu gibi, “Oturun evinizde yav” der gibi,gayretlerini engellemeye çalışanlarda var.
Hâlbuki devletlerin gerilemesi ve yıkılmasın en önemli sebeplerinindin birisinin, tepkisizlik ve umursamazlık olduğunu, geçmişte vuku bulan, Kanuni Sultan Süleyman ve Yahya efendinin arasında geçen bir hadise ne güzel anlatıyor.
Kanuni Sultan Süleyman, “günün birinde, Osman oğulları da inişe geçer de çökmeye yüz tutar mı?” diye düşünmeye başlar. Birçok konuda olduğu gibi, bu düşüncesini de sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye açmaya karar verir. Düşündüklerini, kendi el yazısıyla yazarak, Yahya Efendi’ye gönderir:
“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osman oğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da yok olur mu?” diye özetler endişesini. Sultan Süleyman’dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı ise gayet kısadır: “Nemelâzım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi biri, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider. Bu sefer sitem dolu bir şekilde: “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar. Yahya Efendi duraklar:
“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
‘İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘nemelazım be sultanım!’ demişsin. Sanki ‘beni böyle işlere karıştırma’ der gibi bir mana çıkarıyorum.”
Bunun üzerine, Yahya Efendi şu müthiş açıklamasını yapar:
“Sultanım! Aslında, aradığın cevap oydu;
Bir yerde zulüm yayılırsa,
Haksızlıklar ayyuka çıkarsa,
Sonra, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,
Bilenler de bunu söylemeyip susarsa,
Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa,
Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse,
Herkes, sadece “ben-ben” derse,
Ve tüm bunları görüp işitenler, “Neme lazım be…” derse;
İşte o zaman, devletin sonu gelir, Osmanlı yıkılır…”
Yahya Efendi, şu anki durumumuzu ne güzel özetlemiş, değil mi?