Cumhuriyet tarihimizdeki siyasi yargılamaları hatırlayacak olursak, sonuçlarından çıkarmamız gereken dersler olduğu anlaşılacaktır.
I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Mili Mücadelenin başarısının görülmesi ile birlikte, Türk toplumunda bir hesaplaşma döneminin başladığı görülmektedir. Mustafa Kemal Paşa taraftarları mücadeleden galip çıkmış, sıra Cumhuriyet’in kadrolarını oluşturup, İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri yandaşlarını tasfiye etmeye gelmiştir.
Bu bağlamda, 11 Eylül 1920’den Mayıs 1923’e kadar görev yapan 14 İstiklal Mahkemesi kurulmuş, “casusluk, bozgunculuk, asker kaçağı olmak, eşkıyalık yapmak, saltanat yanlısı olmak ve isyancılık yapmak” suçunu işleyenler bu mahkemelerce toplam 59.164 kişi yargılanmış, bunların 41.678’ine çeşitli cezalar verilmiş, 1054 idam cezası infaz edilmişti.
Lozan Barış Antlaşması maddeleri arasında, “01 Ağustos 1914 ile 20 Kasım 1922 arasında işlenen savaş ve Ermeni Tehciri suçlarına karışanlara genel af” protokollerde yer almış ve Antlaşma 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştı. Ancak bu madde, “Milli Mücadeleye katılmamış, karşı çıkmış, ihanet etmiş” kişilerin de cezalandırılmasını engelliyordu. Lozan Delegasyon üyesi Dr. Rıza Nur’un uzun tartışmalardan sonra kabul edilen önerisi ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne, Milli Mücadele sırasında İtilaf Devletleri’yle ve/veya İstanbul Hükümetleriyle işbirliği yapmış 150 kişiyi af kapsamı dışında tutma hakkı tanınmıştır. Ancak Türkiye, bu kişileri herhangi bir şekilde cezalandıramayacak, sadece eğer halen yurtdışındaysalar bunların Türkiye’ye girmesini yasaklayacak, Türkiye’de iseler bunları sınır dışı edebilecekti. Tarihe “Yüzellilikler” olarak geçen bu 150 kişinin tespiti çok ciddi tartışmalara, çekişmelere ve tabii ki bazı haksızlıklara da neden olmuştur. Binlerce kişinin Yüzelliliklere aday olarak gösterildiği liste, herkesin kendi “hainini” listeye dâhil ettirme tartışmalarından sonra 150 kişiye indirilebilmiştir. Ermeni, Rum ve Yahudilerin de listeye eklenmesi teklif edilmişse de, “Lozan’da İsmet Paşa ile Venizelos arasında imzalanan ek protokolle Rumların (gayrimüslimlerin) listeye konmayacağına söz verildiği” gerekçesi ile kabul edilmemiştir. TBMM’de 16 Nisan 1924 tarihinde, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan önerge, Türkiye Büyük Millet Meclis’nin 22/23 Nisan 1924 tarihinde yapılan gizli oturumunda görüşülerek, 150 kişinin “Vatandaşlıktan Iskar defterine kaydedilmesine” karar verilmiş, 28 Mayıs 1927’de kabul edilen 1064 sayılı Kanun’la da vatandaşlıktan çıkarılmış ve malları müsadere edilmiştir.
Yüzellilikler listesi; Vahdettin’in maiyeti, Kuvve-i İnzibatiye’ye dâhil kabine üyeleri, Sevr Antlaşmasını imzalayan heyet üyeleri, Mülkiye ve Askeriye mensupları, Ethem Bey ve yandaşları, polisler, mütareke basını mensupları ve diğer kişilerden oluşmaktaydı. Listede Antep Mutasarrıfı Celal Kadri ve Kilis Kaymakamı Sadullah Sami’de bulunmaktadır.
Bu amaçla yapılan ayıklanmadan asker kesimde nasibini almıştır. 1922 – 1923 yıllarında Milli Mücadele’ye iştirak etmeyen ordu mensuplarının yargılanması, Adapazarı ve İzmir’de kurulan Divan-ı Harp Mahkemesi tarafından yapılmış, söz konusu personel tasfiye edilmişti. Bu karar dışında kalanlar içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20-24 Eylül 1923 tarihli gizli oturumlarında, 25 Eylül 1923’te yürürlüğe giren, 347 numaralı, “Mücadele-i Milliyeye İştirak Etmeyen ve Hududu Milli Haricinde Kalan Erkan, Ümera ve Zabitan ve Memurin ve Mensubini Askeriye Hakkında Yapılacak Muameleyi ve Cidali Milliyeye İştirak Edenlerin Tekaüd Müddetlerinin Sureti Hesabını Natık Kanun” çıkarıldı. Böylece bu kanun kapsamına giren bütün askeri personelden kimisi ordudan uzaklaştırılarak, kimisi de emekli edilerek tam olarak tasfiye edilmiş oldular.
Sivil bürokrasi de ise tasfiye “Heyeti Mahsusalar” tarafından yapılmıştı. Bu amaçla, 26 Mayıs 1926 tarihinde, “Mülki Heyeti Mahsusa” diye bilinen ve sivil memurları ayıklamak için çıkarılan, “Mücadele-i Milliyeye İştirak Etmeyen Memurin Hakkında 854 Sayılı Kanun” çıkarıldı. Heyet sorguladığı 3.150 kişiden 1.250’si için olumsuz karar verdi ve memuriyetten uzaklaştırdı.
Sonuç olarak; kimlerin Milli Mücadele’ye katılmadığı, kimlerin İstanbul Hükümeti lehine çalıştığı, kimlerin işgal güçlerine yardım ettiği iddiaları, iddia sahiplerinin iddialarını şahsi sebeplere dayandırıp dayandırmadığı, samimiyetleri yeterince araştırılmadığı ve kesin delillere dayandırılmadığından dolayı çok sayıda haksızlık iddiaları ortaya çıktı. Bu iddiaları soruşturmak üzere 21 Mayıs 1928 tarihinde 1289 sayılı “Âli Karar Heyeti Hakkında Kanun” çıkarıldı. Ancak haksızlığa uğrayanların yakınmaları son bulmadı. Bu kişiler beş yıl daha beklemek zorunda kaldılar.
Cumhuriyet’in 10. yıldönümü şerefine çıkarılan, Meclis’in 26 Ekim 1933 tarihli 76 birleşiminin ikinci oturumunda kabul edilen af kanunda Yüzelliliklere yer verilmemiştir. Bunlar affedilmeleri için tam olarak 14 yıl beklemiştir. Heyeti Mahsusalar’ın ve Âli Karar Heyeti’nin kararları 1933’deki 10. Yıl Affı ile kesin olarak yürürlükten kaldırılmış olmasına rağmen uygulama beş yıl daha yürürlükte kaldı ve bu kurullarca cezalandırılanlar ancak Cumhuriyetin 15nci yılında çıkarılan genel afla, Yüzelliliklerle birlikte haklarına kavuşabildiler. Ancak bu kanuna ek madde ile iki yıllık bir süre için daha “normal devlet memuru olamama” kaydı konmuştu.
Cumhuriyetin onuncu yılı şerefine çıkarılan af kanunuyla uluslararası alanda kendini kanıtlama çabasında olan genç Cumhuriyet, yabancı devletlere Türk Devletinin kimseden korkusunun olmadığı ve Cumhuriyetin geçen yıllar içerisinde son derece sağlam temellere kavuştuğunu göstermek arzusuyla hareket etmiştir. Bu af kanunuyla; özellikle Tek Partili rejimin kurulması döneminde yaşanan katı uygulamaların unutulması ve devletle halk arasında bir yakınlaşmanın sağlanmasına çalışılmış ve af yasası bu yönüyle 1933 yılı öncesinde yaşanan siyasi çalkantılar sonrasında, dönemin normale dönmesini sağlayan bir araç olarak kullanılmıştır.
1938 yılına gelindiğinde, zamanın Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu’nun; “Büyük milletler ve büyük şefler cezalarında ve aflarında daima büyük hamleler yaparlar. Türk milleti ve onun şefi çok büyüktür; affı da eserleri gibi büyük olacaktır” sözleriyle, 3961 sayılı Af Kanunu, 29 Haziran 1938’de, Türkiye Büyük Millet Meclis’inde, 83. Birleşiminin birinci oturumunda kabul edilerek, Yüzellilikler dahil geniş çaplı genel af kanunu çıkarılmıştır.
Sonuç olarak; yüz elli kişiden hasta, yaşlı ve vefat edenler ile diğer sebeplerle yurda dönmeyenler dışında, Yüzellileklerin ancak üçte biri tekrar vatanına dönebilmiştir.
Cumhuriyetin 15nci yılı münasebetiyle çıkarılan bu af sonrasında, Falih Rıfkı Atay, Atatürk’e, Kuva-i Milliye’ye katılmayanlar hakkında bir soru sorar ve derki; “Bu konuda yalnız siz hoş görür davranıyorsunuz. Hatta size karşı İstanbul’da cephe almış olanları dahi affettiniz.”
Bunun üzerine Atatürk şöyle cevap verir; “İnanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler. Ben Erzurum’dan İzmir’e sağ elimde tabanca, sol elimde sehpa, öyle geldim.”
1946'da çok partili siyasal yaşama geçilmesinden sonra 1950’de yapılan genel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi iktidarını kaybetmiş, Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti büyük bir oy patlaması ile iktidar olmuştu. Ancak bu defa da Adnan Menderes Hükümetleri döneminde toplum “Vatan Cepheleri”ne bölünmüş, peşinden gelen 27 Mayıs 1960 İhtilâli ve Yassıada yargılamaları sonucunda, halkın oyları ile seçilmiş siyaset adamlarımız idam sehpalarında can vermiştir. 27 Mayıs İhtilali emir komuta zinciri içinde yapılmamış, planlar 37 küçük rütbeli subay tarafından hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanmış, 235 general ve 3500 civarında subay emekliye sevk edilmiş, 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınmış, bazı üniversiteler kapatılmış, 520 hakim ve yargıç görevden uzaklaştırılmıştır. 24 Eylül 1960'da ”Yüksek Adalet Divanı” kurulmuş ve 14 Ekim'de Yassıada'da yargılamalara başlanmıştır. Bu yargılamalarda toplam 202 oturumda, binden fazla tanık dinlenmiş, 31sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanığa çeşitli hapis cezaları verilmiş, 123 sanık beraat etmiştir. Yüksek Adalet Divanı 15 kişiyi idama mahkum etmiş, bunlardan 11’nin cezası ömür boyu hapse çevrilmiş, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül 1961’de, Adnan Menderes 17 Eylül 1961’de idam edilmiştir.
Sonuç olarak; iade-i itibarlar ve anıt mezarlar ortaya çıkmıştır.
1970’li yılların kargaşa ortamı, terör eylemleri, bölünmüş mahalleleri, toplum ve kamu kuruluşları, öğrenci olayları, üniversitelerde boykotlar, siyasetçilere, bilim adamlarına, gazetecilere, bürokratlara düzenlenen suikastlar, Kahramanmaraş katliamları, ABD planları sonunda 12 Eylül 1980 askeri darbesini getirmiştir.
Emir komuta zinciri içinde yapılan bu askeri darbe ile hükümet görevden alınmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedilmiş, 1961 anayasası yürürlükten kaldırılmış, siyasi partiler kapatılmıştır. Yaklaşık dokuz yıl süren bu dönemde binlerce insan yargılanmış, işkence görmüş, cezaevlerinde çürütülmüştür. Siyasi parti liderleri ise önce askeri üslerde gözetim altında tutulmuş, ardından yargılanmışlardır.
Sonuç olarak; yargılanan bu liderler tekrar siyasete dönmüş ve cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık mevkilerine gelmişlerdir. 1982 yılında yapılan anayasa referandumu ile birlikte milletin %92 oranında “Evet” diyerek seçtiği, bugün 100 yaşına merdiven dayamış, Cumhuriyet’in 7. Cumhurbaşkanının yargılama/yargılayamama çelişkisi halen devam etmektedir. Sağ kesimden olsun, sol kesimden olsun kaybedilen bu vatanın gencecik evlatları, boşa geçen onca yıllar, zarar gören ülke ekonomisi, demokrasisi ve değer yargıları olmuştur.
Cumhuriyet tarihinde yaşanan bunca deneyimden sonra, günümüzde, özel mahkemelerle, milyonlarca sayfayı bulan iddianamelerle, yüzlerce insanımızı cezaevlerine doldurmanın, kamu vicdanını yaralayan uzun tutukluluk süreçlerini işkenceye dönüştürmenin, hukuku siyasallaştırmanın kötü sonuçlar doğuracağını halen öğrenemediğimiz anlamı çıkmaktadır.
Hukukun üstünlüğü ilkesini zedelemenin, toplumu “ötekiler” diye bölmenin, hain-vatansever, inanan-inanamayan diye milleti kamplaştırmanın, Türkiye Cumhuriyeti’ni tekrar tarihin karanlık dönemlerine götürmekten ve emperyalistlerin hedeflerine ulaşmasını sağlamaktan başka bir işe yaramayacağı açık bir gerçektir.
17 Aralık 2012
Ecz. İbrahim Beşe
--------------------------------------------------------------------------------------------------
KAYNAKLAR;
*TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. 4, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1985.
*Feridun Kandemir, İstiklal Savaşı'nda Bozguncular ve Casuslar, Yakın Tarihimiz Yayınları.
*150'likler Meselesi (Bir İhanetin Anatomisi), Sedat Bingöl. Bengi Yayınevi.
*Dr. Cahide Sınmaz-Sönmez, Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü Kutlamaları ve 26 Ekim 1933 Tarihli Genel Af Yasası, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi.
*27 Mayıs Darbesi/Hatıralar/Gözlemler/Düşünceler, Doç. Dr. Davut Dursun, Şehir Yayınları.