Astana süreci formatında gerçekleşen Türkiye-Rusya Federasyonu-İran Üçlü Zirvesi dün Ankara'da yapıldı.
Bu liderler zirvesinde Suriye'de garantör devletler konumunda olan Türkiye'yi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya'yı Putin, İran'ı da Ruhani temsil etti.
Zirve öncesi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, "İdlib başta olmak üzere, Suriye'deki gelişmelerin değerlendirilmesi, çatışma ortamının sona erdirilmesi, mültecilerin gönüllü geri dönüşleri için gereken şartların temini ile kalıcı bir siyasi çözümün tesisi amacıyla gelecek dönemde atılacak müşterek adımların istişare edilmesi amaçlanıyor" ifadeleri kullanıldı.
Suriye'deki son gelişmelere bir göz atalım.
Suriye yönetimi Suriye'nin büyük bir bölümünü kontrolü altına aldı, yeniden güçlenen ordusu ve Rusya'dan aldığı S-300 savunma sistemleriyle de hakim olduğu bu bölgenin hem hava hem de kara sahasını rahatlıkla koruyabiliyor.
Çeşitli provokasyonlarla bahaneler üreterek Suriye'ye hava ve füze saldırısı yapan ABD ve ortaklarının saldırıları, dikkat ederseniz, bıçak gibi kesildi.
İsrail ise artık eskisi gibi pervasızca saldıramıyor, zaman zaman teşebbüs etse de saldırıları etkisiz kalıyor.
Suriye'nin toprak bütünlüğünü engelleyen 3 bölge bulunuyor. Bunların birincisi, ABD ve terör örgütü YPG'nin (diğer ismiyle SDG) işgal ettiği Münbiç ve Fırat'ın doğusu; ABD'nin teröristleri eğittiği güneyde bulunan Tanf bölgesi ve de kontrolü Heyet Tahrir el Şam'da bulunan İdlib bölgesi…
İdlib ve Fırat'ın doğusu meselesi Ankara'daki zirvenin de ana gündemiydi.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, her fırsatta Türkiye'nin ulusal güvenliğinin Suriye'nin toprak bütünlüğünden geçtiğini ifade etmektedir.
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin hedefinde olan Suriye, eğer toprak bütünlüğüne kavuşamaz, parçalara bölünür ve bu resmen devreye sokulursa, bunun sonucu emin olun ki BOP kapsamındaki Türkiye'nin de çok kısa bir zamanda aynen Suriye gibi parçalanmasıdır.
Suriye'yi, Irak'ı hedefleyen proje, elbette ki Türkiye'yi de hedefe koyacak; daha ne bekliyorsunuz ki? Türkiye hedefte de İran hedefte değil mi? O da BOP'un kapsamında…
Bu tablo karşısında aynı kaderi yaşayacak olan, aynı tehditlere maruz kalan Türkiye, İran, Suriye ve Irak gibi ülkelerin bir araya gelerek bu tehditlerin nasıl bertaraf edileceğini birlik ve beraberlik içinde masaya yatırmaları gerekmez mi?
Prof. Dr. Baş, yıllardır önemli bir dış politika ölçüsünü ifade etmektedir: "Bölgesel sorunlar bölge ülkelerinin işbirliği ile çözülmelidir."
Sorunların çözümü açısından kolay olan budur ama maalesef Türkiye'nin siyasileri zor ve de imkansız olanı hep tercih ettiler; bölge ülkeleriyle gerilimleri artırdılar, ABD gibi işgalci devletlerle çözüm aradılar.
En son güvenli bölge konusunda olduğu gibi…
Halbuki, Suriye'nin kuzeyinden Türkiye'yi tehdit eden terörün arkasında ABD var. Silahını veren o, eğiten o, diploma veren o, ordu haline dönüştüren o, şimdi Cenevre süreciyle bu terör oluşumuna aynen Barzani yönetimi gibi resmi bir statü kazandırmaya çalışıyor.
ABD ile bir güvenli bölge adımı attık, ortak devriyeler başladı ama YPG'nin elebaşlarından yapılan açıklamalardan öğrendik ki, YPG bu adımlardan gayet memnun. Terörün temizlenmesi için bir adım attığımızı söylüyoruz ama bu işten en fazla memnun olan o terörün temsilcileri… Bu nasıl bir iştir?
Yıllardır siyasilerimiz, YPG'yi ABD'nin desteklediği aşikar olmasına rağmen, Esad'ın desteklediği iddiasında bulundular. Bakın Esad yönetimi; Münbiç, Fırat'ın doğusu ve buraları ABD adına elinde turtan YPG hakkında neler düşünüyor?
Suriye yönetimi, Ankara'da gerçekleşen Türkiye-Rusya-İran liderler zirvesi öncesinde, Birleşmiş Milletler'e resmi bir mektup gönderdi (Reuters). YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) sert bir dille eleştiren mektupta;
* SDG hakkında 'ayrılıkçı terörist milisler' deniliyor.
* SDG, 'ABD ve İsrail'in komploları ile paralel hareket etmekle' suçlanıyor.
* SDG'nin kontrolündeki her bir kilometre karenin geri alınacağı belirtiliyor.
* Örgüt ayrıca ABD'den askeri, ekonomik ve siyasi destek almakla da suçlanıyor.
* SDG'nin, 'uluslararası koalisyonun Suriye halkına karşı işlediği suçlara ortak olmayı' da aşarak artık 'sivilleri kaçırdığı, işkence ettiği, öldürdüğü ve yerinden ettiği' kaydediliyor.
* Tüm bunların Suriye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü vurgulayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına aykırı olduğu belirtiliyor.
Dikkat ederseniz, mevcut Suriye yönetiminin SDG'ye yani YPG'ye bakışı aynen Türkiye'nin bakış açısı gibi…
Ayrıca İdlib'in kontrolünü elinde bulunduran HTŞ gibi örgütleri Türkiye de terör örgütü kabul ediyor, Suriye yönetimi de, İran da… Suriye'nin toprak bütünlüğünü Türkiye de istiyor, Suriye yönetimi de, İran da…
Türkiye'nin garantörü olduğu ılımlı muhaliflere ve Türkiye'de milyonlarca mülteciye gelince; bunlar da Suriye yönetimiyle konuşularak, belirli şartlara bağlanarak, karşılıklı anlaşmalarla çözülebilecek konular… Esad yönetimi, sık sık af çıkararak, geri dönen Suriyelileri kuşatan bir anlayış ortaya koyuyor. En son af kararını dün açıkladı.
Yani Türkiye, Suriye'de ve Türkiye'de BOP planı olan ABD'yi devre dışı bırakarak rahatlıkla Suriye yönetimiyle iletişime geçebilir ve bugün yaşadığı bütün problemleri işbirliğiyle çözebilir. Hatta sadece bu şekilde çözebilir.
Eğer bu şekilde bir çözüme adım atmazsak, ABD'nin gözlüğüyle Suriye'ye bakmaya devam ederek Suriye'de toprak bütünlüğünün önünü kesersek, bu asla Türkiye'nin menfaatine olmayacaktır. BOP ateşi ülkemize sıçrayacaktır.
Unutmayalım ki beraber hareket ettiğimiz ABD; BOP'un sahibidir, ülkemiz üzerinde vatan hesabı vardır, sınırımızın hemen ötesinde bir terör ordusu ve devleti kurmaya çalıştığı gibi, Suriyeli mültecilerle birlikte içimize sızan onbinlerce teröristin de finansörü ve yönlendiricidir. Üstelik Prof. Dr. Baş'ın 1991 yılında Körfez Harekatı sırasında söylediği gibi "Asıl hedef Türkiye'dir." Ayıkmak dileğiyle…
Murat Çabas
Yeni Mesaj Gazetesi