Büyük adamın kaderidir; küçük adamların hedefinde olmak... Adı üstünde o büyüktür; ufku, planları, işleri büyüktür. Diğerleri de küçük adamlardır işte; sıradan, basit, çapsız, ufuksuz... Büyük adam kendinden emindir; özgüveni sonsuzdur, dolayısıyla kıskanç değildir, basitlik onun semtine dahi uğrayamaz. Küçük adamların en önemli özelliği ise kıskançlıktır çünkü özgüvenleri sıfırdır. Hangi mevkide olurlarsa olsunlar büyük adama olan kıskançlıkları onları küçülttükçe küçültür.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk şüphesiz büyük adamdır, hem de çok büyük... O’nun büyüklüğünü anlamanın bir yolu da hayatında ve vefatından sonra küçük adamların O’na ve aziz hatırasına reva gördükleridir.
Şimdi gelin ‘Büyük Adam’ın çocukluğuna gidelim ve küçücük bir çocukken dahi nasıl da onurlu, şahsiyetli, yüksek karakterli yani ‘büyük’ olduğunu görelim.
Atatürk’ün mahalle arkadaşı Asaf İlbay anlatıyor:
“Atatürk, çok küçük yaşta bile onurlu bir çocuktu. Mahallede oynanan çocuk oyunlarını izler, fakat katılmazdı. Evimizin bahçesi büyüktü, sık sık mahalle arkadaşları toplanır ve o zamanlar Selanik’te pek moda olan ‘mancık’ oyununu oynardık. Bu, bir tür birdirbir oyunu idi. Bir kişi eğiliyor ve diğerleri sıra ile üzerinden atlıyorlardı. O, oyuna katılmazdı ama izlemesini severdi. Hele içimizde düşenler olursa, keyfine diyecek yoktu. Bir gün arkadaşlarla kararlaştırdık, yaka paça zorla oyuna koyduk. Sıra ile hepimizin üzerinden atladı. Sıra kendisine gelince, eğilmeden dimdik durdu ve bize, ‘Haydi atlayın’ dedi. Biz başını yere doğru eğmesi için ısrar ettikçe o, ‘Ben eğilmem! Böyle atlarsanız atlayın’ diyordu. Bir türlü başını eğmeye razı edemedik…” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.21).
Çocukluğunda oyun oynarken dahi kimsenin önünde eğilmeyen ve ‘bağımsızlık benim karakterimdir’ şiarıyla yaşadığı hayatında yedi düveli önünde diz çöktüren ‘Büyük Adam’ı; üç kuruşluk dünya menfaati ve saltanatı için bütün kutsalları satılığa çıkaran küçük adamların anlamasını, takdir etmesini tabii ki beklemiyoruz. Ve büyük bir nefretle O’na saldıranların kiniyle, Ata’nın önünde darmadağın olan yedi düvelin kinlerinin aynı sebebe dayandığını görüyoruz. Başka ne olabilir ki...
Ölümü göze alarak, bize, üzerinde Allah’a kulluk ettiğimiz yaşanabilir bir vatan bırakan ‘Büyük Adam’a ancak minnet duyguları beslenir. Tıpkı, Sabiha Gökçen’in anılarında anlattığı o yaşlı kadın gibi:
“Benim için mutlu bir gecenin sabahı Atatürk’le tekrar çiftliğe gittik. Yanılmıyorsam bir tatil günüydü. Dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir köylü kadına rastladık yolda. Yorgun bir hali vardı. Atlarımızı durdurduk. (...)
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu. ‘Merhaba nine?’ Kadın, Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle, ‘Merhaba’ dedi. ‘Nereden gelip nereye gidiyorsun?’ Kadın şöyle bir duralayıp, ‘Neden sordun ki?’ dedi. ‘Yoksa buraların saabısı mısın, bekçisi mi?’
Paşa gülümsedi, ‘Ne sahibiyim ne de bekçisi nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır, buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?’
Kadın başını salladı. ‘Tabii söyleyeceğim. Ben Sincan’ın köylerindenim bey. Otun güç bittiği, atın geç yetiştiği kavruk köylerinden birindenim. Bizim muhtar bana bir bilet alıverdi. Trene bindirdi. Kodum Angara’ya geldim…’
‘Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?’
‘Gazi Paşa’mızı görmem için… Benim iki torunum gâvur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip bunları muhtara anlatınca, o da bana bir bilet alıverip saldı Angara’ya. Giceleyin geldimdi… Yolu neyi de bilmediğimden, işte akşamdan belli bööle kendimi ordan oraya vurup duruyorum bey…’
‘Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı?’
Kadının yüzü birden sertleşti, ‘Töbe de bey, töbe de. Daha ne isteyebilirim ki. O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi. Daha ne isteyebilirim O’dan? O’nun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşayıp gidiyoruz. Şunun bunun, gâvur dölünün köpeği olmaktan O’nun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, O’na sağ ol paşam demek için düştüm. O’nu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyorsun, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı nerede bulacağımı deyiver.’
Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu. Çok duygulandığı her halinden belli oluyordu. Bana dönerek, ‘Görüyorsun ya Gökçen’ dedi, ‘İşte bu bizim insanımızdır. Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.’
Attan indim ben de. Yaşlı kadının ellerinden tuttum. ‘Anacığım’ dedim. ‘Sen gökte aradığını yerde buldun. Rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan büyük insan Gazi Paşa, yani Atatürk işte karşında duruyor.’
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı; biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana-oğul gibi sarmaş dolaş olmuş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü, öptü, öptü Ata’nın ellerini...” (Sabiha Gökçen, Atatürk’le Bir Ömür, s.150-152).
Bu muhteşem anekdottaki bazı bölümleri vurgulayarak; ‘Büyük Adam’ın büyüklüğünü, O’na büyük bir minnet duygusuyla sarılanın güzelliğini, O’na, kudurmuş kelp gibi saldıranların da küçüklüğünü bir kez daha görelim.
Ne cevap veriyor Gazi Paşa, o şahsiyetli kadının, “Yoksa buraların saabısı mısın, bekçisi mi?” sorusuna, “Ne sahibiyim ne de bekçisi nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır, buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir.” İşte aidiyet, mahviyet, asalet... Can verilerek elde edilen vatana-millete ait değerleri pazarlayan küçük adamlarda bu aidiyet ne gezer.
Ne diyordu o vefalı ana; “Şunun bunun, gâvur dölünün köpeği olmaktan O’nun sayesinde kurtulmadık mı? O’nu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek.”
Bizi gâvur dölünün köpeği olmaktan kurtaran ‘Büyük Adam’ın da, O’nun kadrini-kıymetini bilen o cefakâr Türk anasının da gözleri açık gitmediği ve huzur içinde ebedi âleme göçtüğü kesin.
Gâvur sevici küçük adamların akıbeti mi?
Boşverin, üzerinde düşünmeye de, konuşmaya da değmez.
Çünkü, ne diyordu Gazi Paşa o vefalı Türk anası için, “İşte bu bizim insanımızdır.”
Okan Egesel