10 Kasım günü Yeni Mesaj gazetemizde yayınlanan yazımda Atatürk'ün Çanakkale Savaşında kaçan askerlere verdiği "süngü tak, yere yat" emrinin bizzat Peygamberimiz tarafından sahabeye Bedir Savaşında verilen emirle çok benzediğini "Hoş Geldin Atatürk" eserini kaynak göstererek aktarmıştım.
Dünkü yazımda da Prof. Dr. Afet İnan'ın Atatürk'ün kendisine bizzat anlattığı hatıralarından bir konuyu anlatmış ve yazının sonuna bu hatırayı okuduğumda bana Hendek savaşını hatırlattığını ekleyerek bitirmiştim.
Neden mi?
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
Peygamberimiz yaptığı istişareler sonucunda Selman-ı Farisi Hz.'lerinin şehrin savunması için 'Hendek' kazılması fikri kabul edilmiş ve bütün sahabe büyük bir gayretle hendek kazmaya başlamıştı. Tabii açlık ve yokluk çalışmaları olumsuz etkiliyordu. Kazının bir yerinde büyük bir kaya parçasına rastlayan sahabe onu kıramayınca Peygamberimize haber verildi. Kendisi oraya geldi, eline kazmayı aldı ve 'Bismillah' dedikten sonra kayaya bir darbe indirdi. Büyük bir parça koparken kıvılcımlar çıktı. Sahabesine dönerek, "Ben size Bizans'ın saraylarını vaad ediyorum" dedi ve bir kez daha vurdu. Yine kıvılcımlar saçıldı, tekrar döndü ve "Ben size Kisra'nın saraylarını vaad ediyorum" dedi. Böylece kayayı paramparça etti. Sahabe aşk ve şevk ile Resûlullah'ın onlara söylediklerine inanarak çalışmalarına devam etti.
Ve sonuçta Peygamber Efendimizin, o gün Hendek'te söylediği her şey gerçekleşti. Bu O'nun ne kadar geniş bir ufka sahip olduğunun ve davasında ne kadar kararlı olduğunun ispatıdır.
Atatürk'te dünkü yazımda anlattığım hatırada 1908 yılında memleketin içinde bulunduğu durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya koymuş, "Memleketi binbir akılsızın eline ve keyfine bırakamam" diyerek vatanına olan düşkünlüğünü ve bu konuda dertlendiğini göstermiştir. Yakın arkadaşlarından bazılarının kendisine gülmesine aldırış etmeden, büyük bir iman ve kararlılıkla neler yapacağını, hatta kimleri hangi görevlere getireceğini bile söylemiş ve çok sürmeden 10-15 yıl içinde dediklerini bir bir yapmıştır. Adı geçen arkadaşlarını da dediği görevlere getirmiştir.
Bütün bunları yaparken imkânlarının ne kadar dar olduğunu, önce askerlikten atıldığını, sonra idama mahkûm edildiğini unutmamak lazım.
Yola çıktığında "ya istiklal ya ölüm" sözünü
parola edinmiş olmasına rağmen, etrafında neredeyse mandacı olmayan kimsenin
bulunmadığını ama onları tek tek ikna ettiğini de unutmayalım.
Milletini bir ve beraber yaptığını, kardeşlik hukukunu en güzel şekliyle tesis ettiğini de unutmayalım. Böylesine örnek bir hayat ancak kendine doğru rehber edinmekle olur.
Peygamber Efendimiz ile Atatürk'ün hayatlarındaki benzer hadiseler tesadüf değildir. O, Peygamberimizi çok iyi tanımaktadır. Kendisine rehber edinmiştir, hayatında aldığı önemli bütün kararlarda imanının etkilerini görürsünüz. Girdiği hiçbir savaşta kaybetmemiş, vatanı için, milleti için, imanı için verdiği mücadelede Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi, İmam Ali gibi hep en önde olmuştur. Gözünü budaktan esirgememiştir, milletini yüreklendirmiş ve neticede İslam'ın şerefini, Türk milletinin şerefini kurtarmıştır.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey sıklıkla vurguluyor. Atatürk'ün elinin üstünde İmam Ali'nin eli var. Resûlullah Efendimizin eli var diye… Bu sözlerin hamasi duygularla söylenen, öylesine sözler olmadığını Atatürk'ü tanıdıkça daha iyi anlıyoruz.
İbrahim Fatih Ekici