Millî Mücadele’nin kilit noktalarından biri olan Eskişehir’imizin düşman işgalinden kurtuluşunun 99. Yıl dönümünü kutlamanın mutluluğu, gururu ve heyecanı içerisindeyiz. Sonda söylemem gerekenlerin bir bölümünü başta söyleyeyim. Kurtuluş gururunu bizlere yaşatan Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere emeği geçen tüm millet evlatlarını; saygıyla, minnetle, özlemle anıyorum.
Eskişehir tarihin birçok döneminde savaşlarla karşılaştı. Bu yüzden Selçuklu Eserlerinin Eskişehir’de az olduğu ifade edilir. Tarihi çok eskilere dayandığı için Eskişehir adını alan şehrimiz, 20 Temmuz 1921 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildi.
Yunanlıların Eskişehir’i işgalini ve yaşananları Suzan Albek kitabında şöyle aktarır: “Türk ordusu Eskişehir’i boşalttıktan sonra, Yunan elini kolunu sallayarak girdi buraya. Aylardan temmuz, Eskişehir’de zerdali vaktiydi. Yunan ordusu dağınık, perişandı. İlk günler Aşağı Mahalledeki çarşının dükkanlarını yağmaladılar. Kurşunlu caminin Menzilhanesini erzak deposu, Aşhaneyi mutfak yaptılar. Semahane Yunan askerleriyle doldu. Kumandanlar Fransız mektebine, Doğaloğlu Hanı ve diğer büyük binalara yerleştiler. Odunpazarı’ndaki Turan Numune Mektebi hastane oldu. İşgalden iki gün önce Ankara yönüne göçmüş zenginlerin evlerine yerleştiler. Bütün evlere beyaz bayrak asın dediler, astık. Gece dokuzdan sonra sokağa çıkmayın dediler, çıkmadık. Bahçe duvarlarına delik açtık, sokağa çıkmadan birbirimize gidip geldik.” (Albek, 1991, s. 193)
Tüm Anadolu’da olduğu gibi memleketin her bir karış toprağı, işgal edilmişti. Zorlu bir süreci Anadolu Halkı yaşıyordu.
26 Ağustos 1922 de Türk Ordusunun başlayan taarruzu sonucu, 1 Eylül 1922 de Seyitgazi ve 2 Eylül 1922 de Eskişehir düşman işgalinden kurtuldu. Ancak işgalciler geri çekilirken yakıp, yıkmış kenti harabe haline getirmişlerdi.
Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nin muhabirine göre; Yunanlılar
geri çekilirken 250 kişiyi öldürmüş,
kent merkezinde 2 bin hane, 22 otel ve han, 2 bin mağaza ve dükkan, 5 hamam, 4
fabrika, 2 cami, 3 mescit ve 10 mektep yakmışlardı. Köylerde ise 13 bin hane ve
2 bin davar ağılı ateşe vermişlerdi. 150 bin dönüm ormanlık alan da kül haline
getirilmişti. O günkü kaynaklara göre kent ve çevresinde 150 milyon lira zarar
meydana gelmişti.
Görüldüğü gibi işgalin bilançosu ağır olmuş ve son elli yıldır sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan canlanmaya başlayan kenti yok olma aşamasına getirmiştir. Savaşın yarattığı dehşeti tarihe kaydetmek üzere alanları dolaşan Anadolu’da Yeni Gün Gazetesi muhabirinin ilk izlenimleri ise şöyledir: “Eskişehir’e girdiğimiz zaman ( 2 Eylül akşamı) otomobilimiz yamadan görülmez bir hale gelmiş, tam manasıyla eski Osmanlı İmparatorluğu’nu andırı yordu. Birçok harabelerden geçtikten sonra yine o harabeler arasında durduk, pek iyi bildiğim Eskişehir’i hiç tanıyamayacak bir halde buldum. Düşman kasabayı hemen baştan aşağı yakmış. Otomobilimiz Köprübaşı denilen mevkide durmuştu. Etrafımız yanan dükkan, mağaza ve evlerin siyah ve korkunç enkazıyla sarılı idi”
TBMM Hükümeti, korkunç manzaraya rağmen idari mekanizmayı kurmakta gecikmedi. Eskişehir’in işgalinden sonra memurlarıyla birlikte Sivrihisar’a taşınmış olan Mutasarrıf İbrahim Bey, geri dönerek yönetimi ele aldı.
Kentin imarı ve canlandırılması sürecinde yaşanan ilginç olaylardan biri de TBMM’nin Eskişehir’e nakledilmesi konusudur. 11 Ekim 1922 de kentin ileri gelen kişilerinden oluşturulan bir heyet, TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek Meclisin daimi olarak Eskişehir’de toplanmasını istediler. Ancak bu teklif uygun bulunmadı.
Mustafa Kemal Paşa’ nın 15 Ocak 1923’te Eskişehir’e yaptığı gezi de gerek Türkiye’nin geleceği açısından gerek Eskişehir’in imarı konusunda, bir dönüm noktası oldu.
Özetle Kurtuluş Savaşının 5 önemli meydan muharebesinin üçü Eskişehir’de geçmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki T.B.M.M. mazlum halklara örnek olacak galibiyetlerin ilkini I.İnönü Savaşı ile Eskişehir topraklarında kazanmıştır. Eskişehir, Ulusal Kurtuluş Savaşının kilit noktalarından birini oluşturduğundan, savaşta maddi, manevi olarak çok yıpranmıştır. Kurtuluştan sonra geriye yanmış, yıkılmış bir kent kalmış, ancak yöneticilerin ve halkın kenti yeniden canlandırma azmi yok olmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, 15 Ocak 1923’te Hükümet Konağında yaptığı konuşmada vurguladığı gibi Eskişehir, zaferin kazanılmasında büyük katkı yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa, bu nedenle kentin imarıyla yakından ilgilenmiştir. Cumhuriyet döneminde yapılan yatırımlarla kısa zamanda modern bir kent oluşturulmaya çalışılmıştır.
Edebiyatçı Yazar Feride Turan’ın sosyal medya hesabından dikkat çekici bir paylaşım yaptı:
Eskişehir bir
soykırımın ortasındayken gazeteciler
Yunan Kralına: “Ankara’ya gidecek misiniz?” diye sordu. O da “Bu orduyla
cehenneme kadar giderim!” cevabını verdi. Dönemin gazetecilerinden İsmail Habip
ise şöyle yazar: “Kral haklı, canilerin gideceği yer zaten cehennemdir.”
Evet, Millî Mücadele, Anadolu’nun her karış toprağına yüce milletimizin mübarek kanı ve tertemiz alın teri akıtılarak tarihe yazılmış bir kahramanlık destanıdır. Tarihin bu eşsiz destanının en önemli bölümlerinden birini de güzide ilimiz Eskişehir’imizde verilen kurtuluş mücadelesi teşkil etmektedir. Bütün imkânlarıyla seferber olan ilimiz, Demiryolu Cer Atölyesinde çeşitli savaş malzemeleri yaparak kahraman ordumuzun donanımına da destek olmuştur. Kalpleri vatan için çarpan Eskişehirliler, İzmir’in işgalinden iki gün sonra, 17 Mayıs 1919’da, Odunpazarı’nda gerçekleştirdikleri ve on bin kişinin katıldığı büyük miting ile Kurtuluş meşalesini yakmıştır. Vatan aşkına yapılan heyecanlı konuşmalar ise şöyle tamamlanmıştır: “Biz yaşayacağız, bağımsızlığımız için. Vatanımız için gerekirse hepimiz öleceğiz. Bizden sonra gelecek çocuklarımıza, torunlarımıza, ‘Biz namus ve şerefiyle ölen bir neslin çocukları ve torunlarıyız’ dedirteceğiz. Esir, sefil bir milletin çocukları, torunları diye onlara leke sürmeyeceğiz.” Onlar bu yeminlerine sadık bir çizgide “iki güzel akıbetten birine” ererek ya şehit ya gazi olup sözlerini tuttular ve şimdi böyle bir ecdadın evlatları olarak bizler gururla “Biz namus ve şerefiyle ölen bir neslin çocukları ve torunlarıyız.” diyoruz.
15 Ocak 1923 tarihinde Eskişehir’e gelen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Eskişehir halkının Millî Mücadele’deki fedakârlığını şu veciz ifadeyle dile getirmiştir: “İçinde ve yakınında düşman kuvveti mevcut olduğu ve bizim de elimizde kuvvet bulunmadığı zaman çok büyük vatanperverlik, milliyetperverlik, azim ve kahramanlık göstermiştir… İşte, Eskişehir halkı bu güzide vasıflarla bezenmiş bir halktır.”
Millî Mücadele’mizin hatıralarının hâlâ canlı olduğu Kanlıpınar şehitliğimiz; attığımız her adımla yürek yaralarımızı tazeliyor. Sakarya Savaşı sırasında artçı olarak bırakılan ve tam 14 gün boyunca direnerek Türk birliklerine zaman kazandıran 5 subay, 145 askerin şehit olduğu Kanlıpınar Mevkii, bu ismini, şehitlerimizin akan kanlarından almıştır ve her karışı, şehitlerimizden bir parçayı bağrına basmıştır. Onların güzel hasletleri; din, vatan, millet ve istiklal kavramlarıyla yoğrulmuş; tarihi şan ve şereflerle dolu yüce Türk milletine ilham kaynağı olmaya devam edecek, şehitliğin peygamberlikten sonra en yüce makam olduğuna inanan Türk milletinin istiklal eksenindeki bu kaderi ebediyen değişmeyecektir.
26 Ağustos sabahı başlayan taarruzla Akdeniz’i “ilk hedef” gösteren bir başkomutanın Eskişehir’den İzmir’e kadar sürdüreceği zaferle tamamlanan kahramanlık yarışında 2 Eylül; Büyük Zafer’in ilk müjdelerindendir.
Şimdi sözü Siyasetin Delikanlısı olarak adlandırılan, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda yaptığı konuşmasına hayran kaldığım BTP Genel Başkanı Av Hüseyin Baş’tan alıntıyla yazımızı sonlandıralım.
Baş, “Türk milleti Ehl-i Beyt’e sarıldıkça muzaffer oldu” diyerek şu sözleri sarf etti:
“Tarihe baktım, hep
şunu gördüm. Türk milleti ne zaman ki Ehl-i Beyt’in nefesinden uzaklaşmış her
zaman kaybetmiş, Türk milleti ne zaman ki Ehl-i Beyt’e sarılmış her zaman
muzaffer bir millet olmuş. İşte Gazi Mustafa Kemal Atatürk o muzafferiyetini
dedelerine borçlu. Nereye borçlu? İmam Rıza’ya borçlu, İmam Ali’ye borçlu,
Ehl-i Beyt’e borçlu. Bugün bu zaferi kutlamak, yaşatmak istiyor muyuz, yeni savaşlarımızdan
zaferle ayrılmak istiyor muyuz Türk milleti olarak? O zaman bileceğiz ki Ehl-i
Beyt’e aynen Atatürk gibi sarılıp meydan dedesi olmaya çalışacağız. 26 Ağustos
Büyük Taarruz’un başladığı gün. Başka bir gün de 26 Ağustos 1071 Malazgirt’te
Alparslan’ın Anadolu kapılarını yine Ehl-i Beyt ruhuyla Türk milletine açtığı
gündür. Şimdi öyle bir durumdayız ki, zaferleri yarıştırır olduk. Halbuki
Ağustos bizim zafer ayımız, her gün bir zafer var... Kim ne söylerse söylesin
işin bir de mantığı var. Eğer bizim son zaferimiz olmasaydı önceki hiçbir
zaferimizi kutlayamayacaktık. O yüzden sahip olduğumuz her şeyi, bu vatanı,
toprağı, milleti, bayrağı, askeri, devleti, çiftçiyi, işçiyi... Hepsini Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. Bunu kıskananlar, çekemeyenler emin olun
İngiliz uşağıdır, Yunanın askeridir başka hiçbir şey olamaz.”
Not: Bu yazıda eskisehir.gov.tr
adresinden alıntılar yapılmıştır.